İnci Tulpar

25 Nisan 2015, Cumartesi 05:00

Kendini paylaşmak

Çağımız, teknoloji ve haberleşme çağı. Akıllı telefonlar sayesinde herkes her anını belgeliyor. Facebook’da masumane bir şekilde aile çevresinde ve arkadaşlar arasında paylaşılan fotoğraflar ile başlayan çılgınlık Instagram, Twitter, Snapchat ve daha niceleri ile devam ediyor. Tanımadığımız insanların oje renklerini, evlerinin dekorasyonunu, kedilerini, köpeklerini, avizelerini, çay fincanlarının desenini görüyoruz.

Hiçbirimiz muaf değiliz bundan. Okuduğumuz kitaptan, yediğimiz yemekten, gittiğimiz plajdan, yanından geçtiğimiz kazadan, sıkıldığımızda oturduğumuz odanın tavan fotosundan dahi haberdar ediyoruz ‘takipçilerimizi’. Bazılarımız daha temkinli, bazılarımız daha cesur, kimimiz sadece iki kelâm peşinde, bazımız gösteriş amacında, hatta ürün satışında, çeşit çeşit hayatların anlık kesitleri önümüzde, ardımızda...

İnternet masum bir yer olsa idi; pek bir zararı olmayabilirdi bu paylaşımların. Gel gör ki, ne internet masum ne de insanların hepsi iyi niyetli. İşte bu nedenledir ki; en çok da çocuklarımızı paylaşırken veya onlar kendilerini paylaşırken dikkatli olmalıyız, dikkatli olmalılar. Bir annenin yüklediği çocuk fotosundan türlü fenalık çıkaracak; gençlerin yaş günü partisinde çektiği vine’lardan, fotoğraflardan ahlâk sorgulayacak gölgeler dolu internette.

İç dünyamızı, sevdiklerimizi, muhit bilgimizi, çocuklarımızın ad ve simalarını kamuya açarken aslında ciddi risklere maruz kalıyoruz. Bir kez internete giren her şey; her zaman orada kalıyor. İnternette mahremiyet, riskler, çocukların ve annelerin bilinçlendirilmesi gibi konularda çalışma yapan kurumlar var. İronik bir şekilde, internette nasıl korunacağımızı yine internetten öğrenebiliriz.

İlk etapta teknolojikanneler.com sitesini önerebilirim. Teknoloji çağından elbette geri kalmayacağız ama önemli olan, interneti bilinçli kullanmak, kendimizi ve çocuklarımızı paylaşırken temkinli olmak.

Enerji, nükleer olmak zorunda değil

Nükleer enerji için yatırımlar yapılıyor, santral temelleri atılıyor. Ne desek fark etmeyecek dedirten, tecrübe ile pek çok kez doğrulanmış bir his var içimde. Yine de bu köşelere iki tümce yazmak adettendir. Çok yakından bildiğiniz felâketleri anımsatayım: Gençliğime dair çok az korkuyu aklımda tutmuşum. Bunlardan biri Çernobil faciası idi.

Radyasyonun neden olduklarına ilk gençlik yıllarımda, Japonya-Fukişima felâketine ise pek yakında tanık olmuş, yapısı temkinli ve karakteri endişeli bir insan olarak nükleer bir santralin doğurabileceği riskleri hiç hafife alamıyorum. Hele ki dünyanın pek çok ülkesinde kömür madenlerinin ve nükleer santrallerin kapatıldığı, yerine yenilenebilir alternatif enerji modellemelerinin hayata geçirildiği bu modern zamanlarda...

25 Nisan 2015, Cumartesi 05:00

Dünya, emojileri nasıl kullanıyor?

Emoji kullanılarak 16 farklı dilde yapılan komünikasyonlardan 1 milyar tanesinin incelenmesi sonucu, her ülkede farklı emojilerin revaçta olduğu sonucu ortaya çıkmış.

Fransızlar romantik ve ciddi olanları; Avusturyalılar parti emojilerini; Kanadalılar silah, bıçak ve para birimi gösterenleri; Amerikalılar yiyecek, yaş günü ikonlarını; İspanyollar ise içecek ve parti şapkalarını temsil eden ikonları daha çok kullanıyor.

Arap Yarımadası’nda ise en çok, sıcaklığı temsil eden güneş emojisi kullanılıyor. Rusya ise kar ve yağmur emojilerinin kullanımında önde. Uykulu yüz ikonunu en çok kullanan ülke ise Malezya! Araştırma Türk kullanıcıları da kapsıyor.

Bizler, alkış ve zafer işaretlerini temsil eden ikonları tercih ediyormuşuz. En az kullandıklarımız ise, alkollü içecek ikonları. Gülen yüz ikonu ve öpücük gönderen emoji ise tüm ülkelerde en çok kullanılanlar.

OTO KOLTUĞU

İstanbul trafiğinin sıkışık olmasının tek yararı; ön/arka koltukta, ayakta/kucakta yolculuk eden bebeler için riski azaltması. O kadar çok çocuk oto koltuğu olmadan araç içinde seyahat ediyor ki bu konuya tekrar değinmek gerekiyor.

Mutlaka çocukların yaşına uygun ve kurallara göre monte edilmiş bir oto koltuğu kullanılması gerek ki, olası kazalarda zarar görmesinler. Lütfen, çocuklarınızın güvenliği için bunu göz ardı etmeyin.

18 Nisan 2015, Cumartesi 05:00

Kendini paylaşmak

Çağımız, teknoloji ve haberleşme çağı. Akıllı telefonlar sayesinde herkes her anını belgeliyor. Facebook’da masumane bir şekilde aile çevresinde ve arkadaşlar arasında paylaşılan fotoğraflar ile başlayan çılgınlık Instagram, Twitter, Snapchat ve daha niceleri ile devam ediyor.

Tanımadığımız insanların oje renklerini, evlerinin dekorasyonunu, kedilerini, köpeklerini, avizelerini, çay fincanlarının desenini görüyoruz. Hiçbirimiz muaf değiliz bundan. Okuduğumuz kitaptan, yediğimiz yemekten, gittiğimiz plajdan, yanından geçtiğimiz kazadan, sıkıldığımızda oturduğumuz odanın tavan fotosundan dahi haberdar ediyoruz ‘takipçilerimizi’.

Bazılarımız daha temkinli, bazılarımız daha cesur, kimimiz sadece iki kelâm peşinde, bazımız gösteriş amacında, hatta ürün satışında, çeşit çeşit hayatların anlık kesitleri önümüzde, ardımızda... İnternet masum bir yer olsa idi; pek bir zararı olmayabilirdi bu paylaşımların. Gel gör ki, ne internet masum ne de insanların hepsi iyi niyetli. İşte bu nedenledir ki; en çok da çocuklarımızı paylaşırken veya onlar kendilerini paylaşırken dikkatli olmalıyız, dikkatli olmalılar.

Bir annenin yüklediği çocuk fotosundan türlü fenalık çıkaracak; gençlerin yaş günü partisinde çektiği vine’lardan, fotoğraflardan ahlâk sorgulayacak gölgeler dolu internette. İç dünyamızı, sevdiklerimizi, muhit bilgimizi, çocuklarımızın ad ve simalarını kamuya açarken aslında ciddi risklere maruz kalıyoruz.

Bir kez internete giren her şey; her zaman orada kalıyor. İnternette mahremiyet, riskler, çocukların ve annelerin bilinçlendirilmesi gibi konularda çalışma yapan kurumlar var. İronik bir şekilde, internette nasıl korunacağımızı yine internetten öğrenebiliriz. İlk etapta teknolojikanneler.com sitesini önerebilirim.

Teknoloji çağından elbette geri kalmayacağız ama önemli olan, interneti bilinçli kullanmak, kendimizi ve çocuklarımızı paylaşırken temkinli olmak.

Enerji, nükleer olmak zorunda değil

Nükleer enerji için yatırımlar yapılıyor, santral temelleri atılıyor. Ne desek fark etmeyecek dedirten, tecrübe ile pek çok kez doğrulanmış bir his var içimde. Yine de bu köşelere iki tümce yazmak adettendir. Çok yakından bildiğiniz felâketleri anımsatayım: Gençliğime dair çok az korkuyu aklımda tutmuşum.

04 Nisan 2015, Cumartesi 11:47

Bu hamileler ne yesin?

Dünyanın her yerinde, hamile kadınların belirli bazı yiyecekleri tükettiklerinde doğacak çocuğa fayda sağlayacağı inanışları var.

BBC’nin yaptığı bir araştırmaya göre; Kore’de yosun çorbası, Güney Afrika’da bitkilerden yapılmış çay, İran’da nar suyu, Senegal’de ilik çorbası öneriliyor. Yani her ülkede hamile kadınlara sürekli öğüt veriliyor. Balığın bebeğin gelişimine katkısı olduğunu söyleyen de alerji yaptığını ve cıva barındırdığını düşünen de var. Her türlü fındık, fıstık, şarküteri, pastörize olmayan süt ve süt ürünleri büyük tartışmaların konusu olabiliyor. Hamilelikte yenmesi/yenmemesi gerekenler konusunda, bilimsel araştırmalar kadar, halk arasında yıllar yılı süregelmiş hikâyelerin de etkisi büyük. Nijerya’da sümüklü böcek, Japonya’da ise acılı besinler yemenin doğacak çocuğun karakterini etkileyeceği inanışları var. Bebekte olan doğum lekelerini çileğe, böğürtlene bağlayan tek toplum da biz değiliz. Amerika’da da aynı inanış mevcut. Meksika, hamile annenin yediği yumurtaların doğacak bebeğin kötü kokmasına neden olacağına inanıyor! Filipinler’de ise doğum başlayınca içilecek çiğ yumurtanın doğumu kolaylaştıracağı inancı yerleşik.

Batıl hikâyelerin cenneti Çin’de ise hamile iken yengeç yenirse, bebeğin 11 parmaklı doğacağı ve çok yaramaz olacağı anlatılıyor. Ve elbette, hamile annenin içeceği sütler; bebeğin daha beyaz bir tene sahip olmasının tek yolu! Gel de çık işin içinden! Tanzanya başlı başına bir doğa-insan inanışına sahip. Annenin hamile iken etini yediği hayvanın karakter özelliklerinin bebeğe geçeceğine, çok yumurta yerse bebeğin büyüyünce kısır olacağına dair bir halk efsanesi var! Bizim ‘ilk süt veya ağız sütü’ dediğimiz ve çok yararlı olduğuna inandığımız kolostrum ise Afrika ve Asya toplumlarınca zararlı bulunuyor.

Bu ülkelerde bebekler, doğumdan birkaç gün sonra emzirilmeye başlanıyor. Doktorların ve beslenme uzmanlarının önerisi ise; vücudunuzun ihtiyacı kadar ve kilo alımına dikkat ederek beslenmeniz. Taze sebze ve meyve, protein açısından besleyici, pişmemiş besinler içermeyen bir hamilelik beslenmesi sayesinde hem annenin hem çocuğun sağlıklı bir süreç geçirmemesi için neden yok.

YİNE SAVAŞ YİNE ÇOCUK

Yemen’de filler tepişirken çocuklar ölüyor. Yine. UNICEF’in açıklamasına göre geçen hafta 62 (yazı ile altmış iki!) çocuk öldü Yemen’de. 30 çocuk yaralandı. Riham, 13 yaşında, “Makineli tüfek sesinden korkmadım ama korkunç bir patlama okulumuzu sarsınca çok korktum” diyor. Patlama gerçekleştiğinde okuldalarmış. UNICEF, Yemen’deki okul çocuklarına, saldırı anında nasıl davranmaları gerektiğini anlatan dersler veriyor ve çocuklara psikolojik destek sağlıyor. 2014 Eylülü’nden beri süren savaşta şimdiye dek 51 okul saldırılardan etkilenmiş, eğitime devam edilemiyor.

04 Nisan 2015, Cumartesi 05:00

Bu hamileler ne yesin?

Dünyanın her yerinde, hamile kadınların belirli bazı yiyecekleri tükettiklerinde doğacak çocuğa fayda sağlayacağı inanışları var. BBC’nin yaptığı bir araştırmaya göre; Kore’de yosun çorbası, Güney Afrika’da bitkilerden yapılmış çay, İran’da nar suyu, Senegal’de ilik çorbası öneriliyor. Yani her ülkede hamile kadınlara sürekli öğüt veriliyor. Balığın bebeğin gelişimine katkısı olduğunu söyleyen de alerji yaptığını ve cıva barındırdığını düşünen de var. Her türlü fındık, fıstık, şarküteri, pastörize olmayan süt ve süt ürünleri büyük tartışmaların konusu olabiliyor. Hamilelikte yenmesi/yenmemesi gerekenler konusunda, bilimsel araştırmalar kadar, halk arasında yıllar yılı süregelmiş hikâyelerin de etkisi büyük. Nijerya’da sümüklü böcek, Japonya’da ise acılı besinler yemenin doğacak çocuğun karakterini etkileyeceği inanışları var. Bebekte olan doğum lekelerini çileğe, böğürtlene bağlayan tek toplum da biz değiliz. Amerika’da da aynı inanış mevcut. Meksika, hamile annenin yediği yumurtaların doğacak bebeğin kötü kokmasına neden olacağına inanıyor! Filipinler’de ise doğum başlayınca içilecek çiğ yumurtanın doğumu kolaylaştıracağı inancı yerleşik. Batıl hikâyelerin cenneti Çin’de ise hamile iken yengeç yenirse, bebeğin 11 parmaklı doğacağı ve çok yaramaz olacağı anlatılıyor. Ve elbette, hamile annenin içeceği sütler; bebeğin daha beyaz bir tene sahip olmasının tek yolu! Gel de çık işin içinden! Tanzanya başlı başına bir doğa-insan inanışına sahip. Annenin hamile iken etini yediği hayvanın karakter özelliklerinin bebeğe geçeceğine, çok yumurta yerse bebeğin büyüyünce kısır olacağına dair bir halk efsanesi var!


Bizim ‘ilk süt veya ağız sütü’ dediğimiz ve çok yararlı olduğuna inandığımız kolostrum ise Afrika ve Asya toplumlarınca zararlı bulunuyor. Bu ülkelerde bebekler, doğumdan birkaç gün sonra emzirilmeye başlanıyor. Doktorların ve beslenme uzmanlarının önerisi ise; vücudunuzun ihtiyacı kadar ve kilo alımına dikkat ederek beslenmeniz. Taze sebze ve meyve, protein açısından besleyici, pişmemiş besinler içermeyen bir hamilelik beslenmesi sayesinde hem annenin hem çocuğun sağlıklı bir süreç geçirmemesi için neden yok.

Yine savaş yine çocuk

Yemen’de filler tepişirken çocuklar ölüyor. Yine. UNICEF’in açıklamasına göre geçen hafta 62 (yazı ile altmış iki!) çocuk öldü Yemen’de. 30 çocuk yaralandı. Riham, 13 yaşında, “Makineli tüfek sesinden korkmadım ama korkunç bir patlama okulumuzu sarsınca çok korktum” diyor. Patlama gerçekleştiğinde okuldalarmış. UNICEF, Yemen’deki okul çocuklarına, saldırı anında nasıl davranmaları gerektiğini anlatan dersler veriyor ve çocuklara psikolojik destek sağlıyor. 2014 Eylülü’nden beri süren savaştaşimdiye dek 51 okul saldırılardan etkilenmiş, eğitime devam edilemiyor.

28 Mart 2015, Cumartesi 04:00

Bir kere rızan varsa hep var!

Isparta-Yalvaç’tan Nevin Yıldırım’a müebbet hapis cezası verildi. Nevin Yıldırım iki çocuk annesi. Suçu kendisine silâh zoru ile tecavüz eden akrabasını öldürmek. Nevin’in doğurduğu bebek; kendisine tecavüz eden kişinin karnına koyduğu ve devletin ‘sen doğur, biz bakarız’ diyerek aldırmasına izin vermediği bebek.

Buradan sonrası, bazı ‘değer yargılarına’ göre biraz karışık. Nevin’in öldürdüğü adam ile ilişkisi olduğu, bu ilişkinin bir noktasında ikilinin anlaşmazlığa düştüğü, ayrıldıkları, Nevin’in köyün dedikodu konusu olduğu, hamile kaldığı, istememesine rağmen ölen kişi tarafından silâh zoru ile ilişkiye zorlandığı iddiaları var. Zaten kamuoyunu ve belki kararı etkileyen de büyük ihtimâlle bu ‘ilişki’ geçmişi! ‘Bir kere rızan varsa; hep rızan var’ anlayışı!

Oysa tecavüzlerin büyük bir kısmı; kadınların ayrıldıkları eşleri ve sevgilileri tarafından gerçekleştiriliyor! ‘Evlilik içi tecavüz’ denilen korkunç ve sessiz bir gerçek var! Nevin ne yapmış olursa olsun; bir kere bile rızası dışında ilişkiye zorlandı ise, o tecavüzdür.

“Başka çarem kalmamıştı” diyen bir kadın Nevin. Nevin işlediği suçun cezasını çekecek ama toplum olarak şiddet ve tecavüz konusundaki değer yargılarımızdaki bu grilik devam ettiği sürece hiçbir kadın, kendisini rahatsız eden, şiddet uygulayan, zorlayan hiçbir erkekten yakasını kurtaramayacak ve eninde sonunda ya ölecek ya öldürecek. İkisi de birbirinden beter. Allah yardımcısı olsun.

Konu eğitim ise yaş teferruattır!

Son zamanların en hoş haberlerinden biri; 84 yaşındaki Fatma Mihriban Aktarı’nın 61 yıl sonra afla döndüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden bu yıl mezun olacak olması. “Ne hayatlar var” dediğimiz türden bir hikâye onunkisi. 1931 yılında doğan, İstanbul Cumhuriyet Kız Lisesi’nde okurken 1945’te Çapa Öğretmen Okulu’na geçiş yapan Aktarı bu okulun enstitüye dönüşmesi sonucu Konya’dan öğretmen diplomasıyla mezun olmuş.

17 yaşında iken Erzincan’da bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, İstanbul’a geri dönüp Mimar Sinan Üniversitesi sınavını kazanmış ama babasının vefatı nedeniyle devam edememiş. Uzun süre matbaalarda çalışmış, arada vereme yakalanmış, eşi ile tanışmış, tedavisi bitince evlenmiş.

21 Mart 2015, Cumartesi 04:00

Her bebek çok kıymetlidir...

Başka ülkelerden üzücü haberleri hep okurduk; Hindistan’da, Çin’de kız bebeklerin muteber bulunmadığı, ailelerin hep erkek bebek istediği, doğan kızları yetimhanelere terk ettikleri ve bazen öldürdükleri haberlerini. Bizim toplumumuzda da illâ erkek bebek isteyen aileler var elbette ama bu nedenle kız bebekleri öldürmek yoktur. Allahtan korkarız her şeyden önce. Günahların en büyüğüdür verilen evlâdı beğenmemek. Bu işin manevi kısmı. Biyolojik kısmı ise; bebeklerin cinsiyetinin babadan gelen kromozom ile oluştuğu. Biyoloji derslerinde anlatılır bu konu...

Anne yumurtasından hep X kromozomu gelir, babanın sperminden de X kromozomu gelirse iki X kromozomu ile kız bebek oluşur. Y kromozumu gelirse bir X bir Y kromozomu ile erkek bebek oluşur. Yani ‘karısı erkek bebek doğuramadığı için kızdı; üstüne kuma getirdi; boşadı’ gibi haberler var ya; o haberlerin konusu olan kadınlar ‘masum’. Çünkü cinsiyeti belirleye kromozom, babadan geliyor.

Bu hafta duyduğumuz bir haberde; bir ‘baba’nın 6 aylık kız bebeğini duvara vurarak öldürdüğü yazıyordu. Suçu ‘kız’ olmaktı bebeğin. Haberin daha da vahim bir boyutu ise; daha önceki ‘kız’ bebeğini de öldürdüğü iddiası idi. Bu bebeciklere bir ‘ölüm raporu’ veriliyor. Doktor değilim ama, düşme sonucu ölen bebek ile dövülerek ölenin vücudundaki morluklar, kafa travması farklıdır zannımca. Sadece ailenin beyanına dayalı verilen bir rapor olmamalı.

Bu trajik haber beni pek çok açıdan derinden sarstı. Adli Tıp raporunun eksikliği, ailenin bu vahşeti saklama gayreti, babanın ‘kız’ diye minnacık bebeği öldürebilmesi ve bizim toplumumuzda da kız bebeklerin katledilmesi gibi korkunç bir suçun filizlenmesi ihtimali...

İstediği halde çocuk sahibi olamayan pek çok aile var. Kız diye bebeğini istemeyen varsa; evlât edindirme kurumlarına başvurabilir. Bir ailenin istenmeyen bebeği, bir başka ailenin göz bebeği, yaşama sevinci olabilir. Üstelik, her bebek gibi kız bebekler de çok değerlidir. Büyüyüp, can olur, nefes olur, yoldaş olur. Evlât gibi büyük zenginlik var mı?

SINAVLAR MAHKEMELİK OLMALI

ÖSYM, bizim gençliğimizin en güvenilir kurumlarındandı. 1987 yılında üniversite sınavına girdiğim zaman, devlet lisesinden mezun olmuş bir öğrenci olarak, hem eğitimime, hem de sınavı yapan kuruma güven duyarak girmiştim sınava.

Yazacağımız bölümlere göre soruları yanıtlamış, ertesi sabah gazetelerde açıklanan sorulara bakmış, verilen hesaplamalara, önceki yılın taban puanlarına ve puan hesaplama yöntemlerine göre aşağı yukarı başarımızı tahmin etmiş ve seçimlerimizi yapmıştık.

14 Mart 2015, Cumartesi 04:00

Atanamayan meslek grupları

Mesaj kutularımız ve sanal medya hesaplarımız her gün gelen mesajlarla dolup taşıyor. Her ilde üniversite açılan ülkemizde her ilde iş yaratamadığımız için, üniversite mezunları kendi alanlarında çalışamıyor veya hiç çalışmıyor. Elbette herkes devlette çalışamaz ama yüksek döviz kurları ile hammadde ve üretim maliyetleri en üst düzeye çıkmış özel sektörün de yatırım yapma arzusu minimuma inmiş durumda. Bir lise öğrencisinden mesaj gelmiş;

‘Hangi alana yönlenirsem işsiz kalmam?’ diye soruyor. Çocuklar, bırakın istedikleri mesleği seçmeyi, seçtikleri meslek ile iş bulup bulamayacakları endişesi içinde. Eskiden herkes öğretmen olmak isterdi, şimdi ‘atanamayan öğretmenler’ diye bir meslek kolu var. Sorun sadece öğretmenlik mesleği ile de ilgili değil. Arkeoloji, veterinerlik, turizm, iktisadi ve idari bilimler, gıda mühendisleri, bilgisayar programcılığı gibi bölümlerin mezunları da iş arama aşamasında hayal kırıklığına uğruyor.

Yarın YGS’ye girecek tüm gençlerimize şans ve başarı diliyorum. Yukarıdaki karanlık işsizlik tablosuna rağmen üniversite okumak bir gururdur. Hayatınızın en güzel seneleri üniversitede geçirdiklerinizdir. Kendinizi hem eğiteceğiniz hem geliştireceğiniz yıllar... Bu yılları sosyal ve kültürel açıdan dolu dolu yaşamanızı öneririm. Hangi bölüm olursa olsun, kendinizi geliştirmeniz, eğitiminizi tamamlamanız, okuduğunuz branşta başarılı olmak için çalışmanız çok önemli. Şansınız bol, yolunuz açık olsun.

İSTANBUL FİLM FESTİVALİ

Bu sene 34. kez İstanbul Film Festivali, izleyici ile buluşuyor. 4 Nisan-19 Nisan arasında yapılacak olan festival, 62 ülkeden 204 film gösterimi ile yine zengin bir program sunacak. Festivalde Akbank Galaları, Ustalar, Dünya Festivallerinden Yeni Bir Bakış, NTV Belgesel Kuşağı, Mayınlı Bölge, Antidepresan, Çocuk Mönüsü, Geceyarısı Çılgınlığı, Balkanlar, Aile Bağları, Özel Gösterim, Alman Canlandırma Sineması bölümleri var. Beyoğlu Atlas, Fransız Kültür Merkezi, Beyoğlu Ortaköy Feriye, Rexx ve İstanbul Modern sinema salonlarında gösterilecek filmlerin biletleri 28 Mart Cumartesi günü Biletix, Atlas ve Beyoğlu sinemaları gişelerinden satışa çıkacak. Hafta içi gündüz seanslarının bilet fiyatı 5 TL.