Siyaset Tarihi gün
Paylaş
Tarihi gün

Hesap verme günü' geldiğinde Celal Bayar, Adnan Menderes, bakanlar ve milletvekilleri tarihe doğru yola çıktılar. Ada yolunda kendilerine verilen emirleri dinleyen tutuklular, sessizce sağ ellerini kalplerinin üstüne koyarak birbirleriyle selamlaşıyor, endişe içinde mahkeme saatini bekliyorlardı

Tarihi Yassıada duruşmalarının başlamasına günler kalmıştı. Mahkemelerin nerede görüleceği tartışması da son bulmuş, adadaki spor salonu bu büyük gün için hazırlanmıştı. Aylarca süren çalışmaların sonunda, mahkeme salonu, bölmeler halinde 592 sanık, bin 68 tanık, yerli ve yabancı gazeteci, avukat ve tutuklu yakını ile davayı 11 ay boyunca takip edecek 150 bin izleyici için ayrılmıştı. Hazırlık yapılan tek şey mahkeme salonu değildi elbette. PTT de bu büyük tarihi gün için özel hatıra pulları ve zarflar hazırlamıştı. Yassıada’da ‘ilk gün damgası’ vurulan bu pullar, bazı kişiler için yatırım değerindeydi. Bunlardan biri de Menderes’in sigara ağızlığını hatıra olarak çöpten alıp saklayan Denizci Üsteğmen Mehmet Nuri Taşdelen’di. Taşdelen, Menderes’ten satın aldığı bu zarflardan üzerine imzasını atmasını istedi. Adnan Menderes de imzasını attı ve duruşmanın ilk günü için odasında hazırlanmaya başladı. Önce tıraş oldu, sonra beyaz tarağıyla saçlarını taradı ve PEREJA marka kolonyasını sürdü. Aklı, ilk kez karşı karşıya geleceği mahkemeye vereceği yanıtlardaydı. Menderes, kendisine en iyi avukatları tutacağını söyleyen Berin Hanım’a güvense de bunu karşılayacak güçleri olmadığının da farkındaydı.

Berin Hanım’ın aklı darbeden aylar önce Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda katıldıkları bir galada yaşadıkları olaydaydı. Bir bakan, üzerindeki kürke bakıp Adnan Menderes’e “Beyefendi, Berin Hanım’ın kürkü giyilemez halde. İzin verin de şık bir kürk getirtelim” demişti. Bunu anımsayınca Berin Hanım acıyla gülümsedi. Oysa şimdi istediği ne bir kürk ne de başka bir şeydi. İstediği tek şey vardı:

Bu ülkenin başbakanı değil eşi Adnan Menderes. Mektuplarında “Üzülme, müteessir olma. Her şey düzelecek. Selamete çıkacağız. Avukat için nasıl çırpınıyorum bilemezsin” yazsa da 14 yaşındaki oğlu Aydın’a “Bırakmazlar oğlum artık babanı” diyordu Berin Hanım. Aydın Menderes de o günlerde “tapuya, notere gidilecek, vekaletname alınacak, itiraz yazılacak, başvuruda bulunulacak” gibi kelimelerin geçtiği konuşmalar arasında babasına atılacak mektupları evin karşısındaki postaneye götürmek görevini üstlenmişti.
MENDERES’LE BAYAR İKİ YABANCI GİBİ

Avukat bulma telaşıyla geçen günlerin ardından nihayet mahkemenin başlayacağı gün geldi. 14 Ekim 1960 günü sanıklar koridora indirilerek sıraya sokuldular. Mahkeme Başkanı Salim Başol, mahkemeyi açtı. Yoklamalar yapıldı. Bayar, sanıklar bölümünün ön sırasına oturtuldu. Yanına da Menderes… Ne kadar yakın oturtuldularsa birbirlerinden bir o kadar uzaktılar. Daha önce tanışmamış ya da birbirini tanımak istemeyen iki yabancı gibiydiler. Yassıada’da istihbarat bölümünde görevli çavuş Mehmet Kabak, mahkeme günlerinde Bayar ve Menderes arasında esen soğuk rüzgarları bugün şöyle anlatıyor:

“Mahkemede Menderes’e bir soru yöneltildiğinde hemen ayağa kalkardı. Bayar ise birkaç kez ‘Ayağa kalk’ uyarısı üzerine biraz da istemeyerek ayağa kalkardı. Menderes her defasında ‘Bu soruya da mı muhatap kaldım senin yüzünden’ der gibi nefretle Bayar’a bakardı. Menderes, soruların tekrar edilmesini isterdi. Bir türlü anlayamazdı. Mahkeme başkanı da ‘Soruyu bir seferde anlayamayacak kapasitede misin, nasıl başbakanlık yaptın?’ diye azarlardı. Belki de o sırada aklı ya Aydın’daki çiftliğinde ya Ankara’da Meclis’te ya da İran Şahı ile birlikteydi, bilmiyorum. Ama aklı karışıktı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, çok onurluydu, seviyeli bir asaleti vardı. Mahkemede hiç Menderes kelimesini kullanmaz, her zaman ‘Başbakan’ın talimatlarına uydum’ derdi.”
‘BİZİ RÜYA ALEMİNDEN ÇIKARIYORLARDI’


Menderes, mahkeme salonuna dönüp baktığında eşini ve çocuklarını göremeyince hüzünlendi. Berin Hanım o gücü kendinde bulamamıştı. Sesini mahkeme salonundan yayın yapan radyodan, resmini de gazetelerden görebileceği iyice zayıflamış ve bitkin Menderes’in mahkemedeki ilk sözleri, yaşamı boyunca şikayet ettiği bir konu oldu. Mahkeme başkanına, “Bendeniz, beş aydan beri tamamıyla tecrit edilmiş durumdayım. Bir odanın içinde ve günün yirmi dört saatinde her saatinde değişen bir subay beyin nezaretinde hiçbir kelime konuşmadan yaşıyorum.

Arzum şudur: Bana imkan verecek, moralimi, asabımı düzeltecek bir rejimin tatbiki” diyordu. Bölük komutanı Kazım Çakır da Menderes’in yalnızlığına yakından tanık olmuş, Aydın’daki uçsuz bucaksız çiftliğinin yanında Yassıada’daki küçücük odasının Menderes’e ne kadar dar geldiğini, küçük bir gözetleme penceresinden hiçbir şey göremediğini, sürekli ışıkları yanan odasında uyuyabilmek için örtüyle yüzünü kapattığını iyi biliyordu. O yüzden Menderes’in mahkemedeki bu sözlerine de şaşırmadı. O tarihi gün Yüzbaşı Kazım Çakır için de önemliydi:

14 Ekim 1960 Cuma

“Hesap verme günü başladı. Tutukluların hepsi adanın ana yoluna çıkarılmış, verilen emirleri dinliyor, sessizce sağ ellerini kalplerinin üstüne koyarak birbirleriyle selamlaşıyorlardı. Celal Bayar, Adnan Menderes, bakanlar, milletvekilleri tarihe doğru yürüyorlardı. Adnan Menderes, Bayar’la arasındaki 1 adımlık mesafeyi hiç bozmadan dik dik salona girdi ve Bayar’ın sağındaki sandalyeye oturdu.



Yüksek Adalet Divanı üyeleri yerlerini aldılar, cübbelerini düzelterek salonu tetkik ettiler. Yeni gördüğümüzden olacak, Yüksek Adalet Divanı, bizden başka insanlardan kurulu, kuvvetli, adaletli hissi verdi. Oturdukları yer yüksek, selahiyetleri büyük, kendileri yaşlıydı. Doğal pozları ile bizleri tesirleri altına aldılar. Sandalye sesleri dışında hiç ses yoktu. Bizi rüya aleminden çıkarıyorlardı.”
BAYAR’A KÖPEK DAVASI

Yassıada’nın ilk davası ‘Anayasa’yı ihlalden’ açıldı. Aynı gün yapılan oturumda, Anayasa’yı ihlal kararnamesi okundu. 395 sanıklı bu davada sanıklardan Celal Bayar ve Adnan Menderes, CHP mallarının alınması, Kırşehir’in siyasi nedenlerle ilçe haline getirilmesi, yargıç teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlal edilmesi, Seçim Kanunu’nda yapılan antidemokratik değişiklikler, Meclis Tahkikat Komisyonu’nun kurulması, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun çıkarılması nedeniyle suçlanıyorlardı. Suçlamaların ardından mahkemeye ara verildi. Aranın ardından ‘Köpek Davası’na başlandı.

Mahkeme başkanı, Celal Bayar’a Afganistan kralının Bayar’a hediye ettiği cins köpeğin daha sonra 20 bin liraya satılmasıyla elde edilen paranın akibetini soruyordu. Bayar elde edilen para ile İzmir’de bir çeşme yapıldığını söylüyordu. Ancak Salim Başol ikna olmuyor, üsteleyerek Bayar’a “Bundan hiçbir menfaatiniz yoksa hayvan bedelsiz olarak hayvanat bahçesinde kullanılmalıydı. Hayvan, hayvanat bahçesine yakışır” diyordu. Bayar, “Anlayamadım” deyince, mahkeme başkanı Başol, sözlerini tekrarlıyordu. Bayar ve Nedim Ökmen için en az 5 yıl hapis cezası istendi.



Hapis cezasını duyan Bayar’ın kızı Nilüfer Bayar gözyaşlarını tutamadı. Mahkemenin bitiminde babasıyla görüşme talebinde bulundu ama reddedildi. Yoklamanın, kararnamenin okunması ve Menderes’in ‘yalnızlıktan’ şikayeti tam 5 saat sürdü. Mahkeme salonundan çıkarken bütün sanıklar sersemlemiş gibiydi. Mahkeme heyetinin oturduğu yüksek yerden aşağıda bulunmaları, kendilerinden hesap sorulması hiç de alışık olmadıkları bir durumdu. Bütün DP’liler en son Meclis’te böyle bir araya gelmişti. Menderes, bütün mahkeme boyunca gözünde kalın kahverengi çerçeveli gözlükleriyle, elindeki deftere notlar aldı.

Salondaki çok sayıdaki yabancı gazeteci de dünyanın izlediği bu davayı gazetelerine ulaştırmak istiyordu ama konuşulanların tercümesi yapılmadığından mahkeme salonunda karışıklık yaşandı. O günkü duruşmaların ardından mahkeme heyeti, Heybeliada’ya, tutuklular da koğuşlarına geri döndüler. Kamuoyunda adları ‘Düşükler’ olan DP’liler için mahkemenin ertesi günü 15 Ekim’de Dünya Gazetesi, ‘Düşükler adalet önünde’ diye başlık attı, ‘Salona giren düşükler, gözlerini Bayar’a ve Menderes’e dikiyorlardı’ cümlesine yer verdi.

16 Ekim 1960 Pazar

“17.10’da Adnan Menderes’i gazinoya çıkardım. Ona dini görüşünü sordum. Bana ‘Müslümanım. Müslüman olduğum için de şeref duyuyorum. Modernleşmiş Müslüman dini için çalışmalarımız vardı. Açtığımız okullar bunun delili. Dine, din adamlarına hürmet etmek ve yükseltmek en esaslı vazifelerdendir’ diye cevap verdi. ‘Sizin burada oluşunuzun sizce sebebi ne olabilir?’ dediğimde ‘Değil mi ki biz buradayız, bu soruya tarih cevap verecektir’ dedi. Üsteledim ve ‘Sizin hiç fikriniz yok mu?’ diye sordum bu sefer de. Beni ‘Gayemiz, milletimizi yükseltmekti. Köstekleyici unsurların mevcudiyetini hiç düşünmedik’ diye cevapladı.”
‘SEN ASIL KENDİNİN EN BÜYÜK AVUKATISIN’


Yüzbaşı Çakır ile Menderes bu görüşmeleri yaptıkları sırada avukatı Talat Asal da Berin Hanım’a davayla ilgili bilgi veriyordu. Berin Hanım, avukatı görünce sanki Menderes’i görmüş gibi içi rahatlıyordu. Oğlu Aydın ile nefes almadan avukatın ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyorlar, akıllarına not ediyorlardı. Berin Hanım avukatlara güveniyordu ama en çok ‘Sen asıl kendinin en büyük avukatısın’ dediği eşi Menderes’e güveniyordu.
‘BU SEFER KURTULMAK KOLAY OLMAYACAK’

Mahkeme, kanıtları bir bir önlerine sundukça sanıkların işleri daha da zorlaşıyordu. Celal Bayar, o günkü ruh halini üsteğmen Mehmet Nuri Taşdelen’e şu sözlerle anlatıyordu: “Bu başıma gelen ilk şey değil. Bugüne kadar nelerle karşılaştım, neler gördüm. Ancak bu sefer kurtulmanın kolay olmayacağına eminim. Bunu söylerken hakimlerin iyi niyetlerinden şüphe etmiyorum. Hatta darbeyi yapan subayların da fena niyetli olduklarını kastetmiyorum.

Ancak her ihtilal ve isyanın bir ruhu, psikolojisi vardır. Bu atmosferin en belli başlı özelliği kendine kurbanlar aramasıdır ve her darbe bir takım kurbanlar vererek sonuçlanır.” Bayar’ın keyfi yerindeydi. Ta ki Cumhuriyet Gazetesi’ni eline alana kadar... Gazetede çıkan bir karikatüre morali bozulmuştu. Davada söylediği ‘Her memleketin mümtaz hayvanları vardır’ sözleri üzerine, karikatürde, Vatan Cephesi bayraklı serseriler ile dönemin İstanbul Polis Müdürü Bumin Yamanoğlu ayı şeklinde çizilmiş, altına da ‘Bizimkiler’ yazılmıştı.

‘OLAYLARI TERTİP EDENİ ARAMAK GEREKMEZ’
Tüm Türkiye’nin Yassıada duruşmalarına kilitlendiği o günlerde, Menderes, avukatı Talat Asal ile 1955 yılında meydana gelen 6-7 Eylül olaylarını görüşüyordu. Olaylar, 5 Eylül 1955 günü DP Milletvekili Mithat Perin’e ait Ekspres Gazetesi’nin Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberini manşetten duyurmasıyla başlamış, haberi okuyanların şehre akın edip, bombalamadan sorumlu tuttukları Rum, Ermeni, Yahudi vatandaşlara ait ev ve işyerlerini birkaç saat içinde yakıp yıkmaları, eşyalarını yağmalamalarıyla sonuçlanmıştı.

‘Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır, Rumlar ittir it kalacaktır’ sloganlarının atıldığı olaylar, geride 3 ölü, 30 yaralı, tahrip edilen 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3 bin 584’ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere 5 bin 538 gayrimenkul bıraktı. Olayın ardından bombayı bir Rum’un değil Selanik Konsolosluğu’nda görevli Hasan Uçar ile Batı Trakya Türklerinden üniversite öğrencisi Oktay Engin’in attığı, İstanbul’daki olayların provokatörlüğünü ise DP’nin kanatları altındaki ‘Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin düzenlediği ortaya çıktı. 6-7 Eylül davasının görüleceği tarihten bir gün önce avukatı Talat Asal ile o günleri konuşan Menderes, kendini şöyle savunuyordu:

18 Ekim 1960

“6-7 Eylül hadiseleri için verilen kararnamede, Yunan hükümetinin kararı tekrarlanıyor. Bomba askeriyeden temin edilebilir. Ben suçsuzum. Ben Haydarpaşa’dan, Kadıköy’den, Kabataş yolu ile de geçebilirim. Arabamı tanıyan birkaç yüz kişi toplanabilir. Siz kesinlikle benim hiçbir tertibim ya da varsa herhangi bir tertipten haberim olmadığını söyleyin. Bütün gücümle, ilmi hukuki bilgiye hitap ediyorum.” 19 Ekim 1960 günü Yüksek Adalet Divanı’nda Mahkeme Başkanı Salim Başol, Celal Bayar’a “6 Eylül 1955 günü gerçekleşen olayların üç şehirde aynı saatte başlaması, tahrip vasıtalarının da nümayişçilerin ellerinde bulunması, bu nümayişlerin tertip edildiğini göstermez mi?” diye sordu.

Bayar ise “Bu kişisel görüşe bağlıdır. Belki bu vasıtaları ve bu tahribatı gizli bir kuvvet yapmış olabilir...” diyordu. Aynı soruya, Adnan Menderes ise şu yanıtı verdi: “Kamuoyu hazır, hassas ve bütün hadiseleri bu hassasiyetle karşılamak üzere hazır. Bunu tertip edeni mutlaka aramak gerekmez...” Oysa Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığında Menderes, haberin hemen radyodan yayınlanmasını istemiş, aynı saatlerde Ekspres Gazetesi de ikinci baskıyı yapmış, normalde 20 bin civarında satan gazete o gün 290 bin basılmıştı. Duruşmasının ikinci celsesinde, olayların tertip olduğunu kanıtlayan Emniyet raporu okunduğunda ne diyeceği sorulduğunda Menderes şunları söyledi: “Milli Emniyet raporlarına fazla önem vermemek lazım...”

7

Haberin Devamı