Magazin 'Sahnede olup şarkı söylemeyi çok isterdim'

'Sahnede olup şarkı söylemeyi çok isterdim'

Paylaş
'Sahnede olup şarkı söylemeyi çok isterdim'

'Sahnede olup şarkı söylemeyi çok isterdim'

Ayşe Egesoy için ‘ bir TRT klasiği’ demek yanlış olmaz sanırım. Yıllarca TRT’nin katı kurallarını yıkarak dekolte ve pırıltılı kıyafetlerle ekrana çıkıp elindeki mikrofonu assolist edesayla hafif yan tutarak, aralara şiirler katarak, şiirsel bir Türkçe’yle programlar sundu. Sunduğu assolistler bile çok zaman yanında sönük kaldı. Bir ‘Ayşe Egesoy formatı’ yarattı. Konuştuğu Türkçe’ye ‘Ayşe Egesoy Türkçesi’ denildi. Şimdi ‘Ayşe Egesoy formatı’nın mizahını yapıyor. Beyaz Show’un içinde yer alan ‘Damar Damar Üstüne’ adlı bölümde ‘Ayşe Egesoy formatı’yla klipler sunuyor ve reyting rekoru kırıyor. Beni en çok şaşırtan ise gündelik hayatında da aynı ekrandaki gibi şiirsel Türkçe’yle konuşması. Oğluyla, eşiyle, bakkalla, kasapla, herkesle öyle konuşuyormuş. Hep bakımlı, makyajlı dolaşıyormuş. Yani Ayşe Egesoy’un aslı da ekranda gördüğümüz gibiymiş...

Seral Cumalı

scumali@posta.com.tr

Hayatınız, anılarınız kitap olacakmış...

Tarihçi Abdurrahman Şen yarı belgesel niteliği olan kitabın üzerinde 3 yıldır çalışıyor.

Tarih araştırmacısı neden sizin hayatınızı kitap haline getirmek istemiş?

Kitapta TRT’den başlayan yayıncılığın nereden nereye geldiği, sunuculuk ağırlıklı xayatı kaleme alınıyor. “Türkiye’de o kadar sunucu varken neden ben?” diye sordum. “Neden sizi tercih ettiğimi kitabı çıkardığımda anlayacaksınız” dedi; bana bile söylemedi.

Hayatınızı yazmayı Selim İleri de istemiş. Yazılası bir hayatınız mı var?

25 sene Ankara’da oturup İstanbul’da çalıştım. Bir bavulun içinde geçti yaşamım. Selim’i bir yaşamın bir valize sığdırılması çok ilgilendirmişti. “Bu kadar insanın tanıdığı, karşıdan bakıldığı zaman şaşaalı yaşadığı zannedilen Ayşe Egesoy bir valizin içinde 25 yıldır nasıl yaşar?” demişti.

Ünlü olan Ankaralılar, ilk iş olarak İstanbul’a yerleşir. Siz neden ısrarla Ankara’da yaşamayı tercih ettiniz?

Çünkü ben İstanbul’a aşığım. Aşklarda da böyledir; çok fazla yanyana olduğunuz zaman biter, alışkanlığa dönüşür. Bu kentle aramda alışkanlık olmasın, aşkım sürsün istiyorum.

Biyografinize, “Aileden kalma İstiklal Savaşı madalyası var” diye yazmışsınız. Hayatınızın orasından başlayalım mı?

Babam yedi göbek asker. Savaşlar görmüş bir sülaleden geliyorum. Dedemin dedesinden kalan bir madalya, ailenin büyüğü olduğum için babamdan bana geçti. Bu madalya benim için çok kıymetli. Ben de meslek hayatımda 42 tane basın ödülü almış bir sunucuyum. Üstelik bu ödülleri bana halk oylamasıyla verdiler, şimdiki gibi 2-3 jüri oylamasıyla değil. Bu ödüller de benim için çok kıymetli.

Hem asker kızısınız, hem devlet ve protokol sunucusu, hem de TRT sunucususunuz... Fakat tüm bunlara aykırı bir fiziksel görüntü sergilediniz. Bu sizin iç dünyanızın zaferi miydi?

Harika bir tarif! Evet bu benim iç dünyamın zaferidir. Böylesine bir eğitimin, kurumların içinden çıkıp hala karşıdan bakıldığında çarpıcı bir görüntü dedikleri bu görüntüyü ekrana getirebilmek esasında çok zor bir şey.

Çok mücadele gerektirdi mi?

Çok... Ama ne mutlu bana ki toplumun açık kesiminden de kapalı kesiminden de çok sevenim var.

Bir assolist gibi ekrana çıkmanız TRT’de sıkıntı yarattı mı?

İlk yıllarda yarattı tabii. Devlet memurunun bir formatı vardır; o zinciri kırmaya çalıştık. Elbette ilk kez yapılan şeyler her zaman reaksiyon alır. Gerek idarecilerden, gerek yöneticilerden, gerek meslektaşlarımdan ve hatta çevremden çok reaksiyon aldım. Birisinin başlatması gerekiyordu, o ben oldum.

Siz TRT’de bir devrim yaptınız diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Bunlar tabii gelişerek devam etti.

TRT’ye daktilograf olarak girmişsiniz!

Esas isteğim TRT’de ekrana çıkmaktı ama o kapıyı bir türlü aralayamamıştım. Gazetede, “TRT’ye devlet memuru daktilo alınacak” diye bir ilan gördüm ve hemen başvurdum. Daktilograf olmayı basamak olarak kullandım. İyi ki 2 yıl daktilograf olarak çalışmışım. TRT kurumuna adapte olmak için gereken bir süreydi; koridorlarına, insanlarına alıştım, devletin himayesinde yaşamayı öğrendim.

Kaç yaşındaydınız?

Çok küçüktüm, liseyi bitirip girdim.

Şu an ilk aklınıza gelen anı hangisi?

Beni en çok heyecanlandıran tek bir anı değil, daktilo olarak çalıştığım o yıllara ait bir durum. Bizim daktiloların odası veznenin yanındaydı. Sanatçılar program yapınca TRT bunun karşılığında o yıllarda üç beş kuruş verirdi. Bütün ünlü sanatçılar, assolistler, sunucular, rahmetli Cenk Koray, Halit Kıvanç, Mehmet Ali Erbil, Çiğdem Tunç, Derya Baykal, Uğur Dündar, o dönemde ünlü kim varsa vezneye uğrar paralarını alırlardı. Bir kuyruk halinde dizilir beklerlerdi. Yazmayı bırakır, odamdan kafamı uzatır seyrederdim.

Onlar gibi olmayı mı hayal ederdiniz?

Onlardan biri gibi olmayı çok isterdim. Bazen çok yakın, bazen çok uzak gelirdi o hayal. Fakat yıllar geçtikten sonra bakıyorum da; insan yaşadığı sürece hayal etmeyi bırakmamalı. Çünkü hayaller o kadar uzak değil. Mesleğimde birçok gelişme oldu, kapıdan kafamı uzatarak baktığım Emel Sayın, Muazzez Abacı, Zeki Müren, o yıllarda kim varsa sonra benim konuklarım, eşim dostum oldular. Yıllar iğne oyası gibi dokuyarak geçti. Hayatımda çok anı var ama bence en güzeli, yaşamımı anlattığı için budur.

Ekrana kaymanızın nedeni güzel ve alımlı fiziğiniz miydi yoksa güzel konuşmanız mıydı?

İyi bir Türkçe konuşmacısı olmamdı. Babam yedi göbek İstanbulluydu. Ailemizde İstanbul ağzı konuşulur. Çocukken kulağım hep güzel bir Türkçe ile doluydu. Yüksel Aytuğ geçenlerde, “Ayşe Egesoy Türkçe’si” diye yazdı. Çok hoşuma gitti, bu bana verilen titrlerin en keyiflisiydi.

Evde ailenizle, arkadaşlarınızla da böyle ekrandaki gibi mi konuşuyorsunuz?

Ben çocukken de, ilk gençlik yıllarımda da aynen böyle konuşurdum. Evde, telefonda, arkadaşlarımla, şoförümle, kasabımla, bakkalımla böyle konuşurum.

Günlük yaşamınızda böyle makyajlı ve bakımlı mısınız her zaman?

Evet, çok süslüyümdür. Pazar günleri de, eşimin olmadığı zamanlarda da evde gayet şık giyinen, makyajını yapan, kendine bakan biriyim. Ben kendimi seviyorum çünkü. Kendimi çok ciddiye alıyorum. Aslında bu yolda bütün canlıları ciddiye alarak yaşıyorum.

Ekrana hep assolist gibi çıktınız. Assolist olmak ister miydiniz?

Esasında arzularımın tamamını mesleğimle gerçekleştirdim. Evet sahnede olmayı, şarkı söylemeyi çok isterdim. Ama zaten bugün iyi konuşarak şarkı söylüyor sayılırım. Yani hem sahnedeyim, hem şarkı söylüyorum!

Sesiniz güzel midir?

Güzeldir, güzel şarkı söylerim.

Biz dinleyebilecek miyiz?

Hiç dinlemediniz, bundan sonra da sanmıyorum.

Dost meclislerinde mi söylersiniz?

Evde, arkadaşlarıma, uuuu...

Eğlenceli biri misiniz?

Kova Burcu’nun bütün özelliklerini taşıyorum. Hiperaktifim. Yaşamı çok seviyorum. Kolay kolay pes etmem. Yaşamın bana sunduğu hiçbir cilveye tahammülüm yoktur. Öyle bir enerjim vardır. O nedenle evet eğlenceliyimdir.

Program sunarken şarkı aralarında şiir okurdunuz. Hayatı da şiirsel anlatıyorsunuz. Şiirsel anlatım hayatınızda hep var mıydı?

Şimdi düşünüyorum da hep olan bir şeymiş. Ben yaşama biraz pembe renklerle çevrilen, biraz varak oymaları olan bir pencereden bakmışım çocukluğumdan beri. Hala da öyle bakıyorum. Şimdi çok yeni kapı ve pencere malzemeleri çıktı ama ben hala camımdaki çerçeveleri pimapene çevirmedim. Hala o eski ahşap varaklar orada duruyor. Onların arkasından bakmayı tercih ediyorum yaşama...

Kolunuzdaki dövmenin anlamı nedir?

15 yıl önce İstanbul’da yaptırdım. Hint felsefesine göre ‘Seninle sonsuza kadar bir arada’ anlamını taşıyor. Oğlumun ismi, eşimin ve benim adımın başharfi, işim, sonsuzluk ve biraradalığı ifade eden işaretler var. Bence insanın yaşaması için birarada olunabilecek şeyler ne para, ne mevki, ne pahalı eşya, ne pahalı kostümler, ne mücevherlerdir. İnsan sonsuza kadar ailesiyle ve işiyle yaşamak ister. Gezme, yeme içme bir yere kadar, uğraştığınız, sizi motive eden bir iş yoksa sağlık bile bir işe yaramıyor. Eş ve iş genel manada yaşamı ifade eden şey (76’dan beri evli).

Sizin döneminizden sunucular yok oldu, siz nasıl kaldınız?

İnsanın yaptığı işte başarılı olması için onu birisine ithaf etmesi gerekiyor. İthaf edilen her şey başarıya ulaşıyor. Ekrana ilk çıktığımda oğluma hamileydim, karnım kocamdı, doğurmak üzereydim. İlk kez “İyi akşamlar sevgili seyirciler” dediğimde Kemal karnımda kımıldadı. O zaman önümüzdeki masalar tahtaydı, kımıldayınca tıkır tıkır ses çıktı. Annem evden duymuş, “Oğlan kıpırdadı galiba” diye bana telefon açtı. Ve ben mesleğimin tamamını oğluma ithaf ettim. Sonuna kadar da öyle yapacağım.

Kemal ne yapıyor şimdi?

Başarılı genç bir iş adamı. Benim nefes alıp vermemin tek nedeni Kemal.

Dişleriniz dışında estetik yaptırdınız mı?

Dişlerim dışında estetik çok yok. Ama küçük dokunuşlar var tabii mesleğim gereği. Mesleğim olmasaydı da herhalde yaptırırdım küçük küçük düzeltmeler. Dediğim gibi pek bir süslüyüm.

Partilerden yerel seçim dönemlerinde çok adaylık teklifi aldığınızı duydum...

Öyle gerçekten. Bu elbette benim için çok hoş bir durum. Bütün partilerin beni kendisine yakın görmesi mutlu ediyor. Fakat politize olmak çok tarzım değil. Ben şiirler okuyan bir kadınım, sevgi söylemlerinde bulunan biriyim. Politika bir taraf olmayı gerektiriyor, bunu istemiyorum.

Taraf olduğunuz bir parti yok mu?

Tarafım ama o benim yüreğimde.

Dizi, sinema, sahne, reklam teklifleri geldi mi?

Çok geldi, dünyanın parası atıldı önüme, hiçbirini kabul etmedim.

Neden?

Bölünmek istemedim. Tek hedefim vardı, Türkiye’nin en iyi kadın sunucusu olmak. Öyle yerler, öyle zamanlar oldu ki; ailemi bile ikinci plana attım bu meslekte başarılı olabilmek için. O yıllarda televizyon sunucusu olmayı çok arzu ediyordum. En iyisini olmalıydım. Şimdi televizyon sunuculuğu diye bir şey kalmadı, öyle bir meslek dalı bile maalesef yok.

Şimdiki sunucuların bir bölümünü seyretmeye dayanamıyorsunuz herhalde?

Seyretmeye dayanamadığım gerçekten çok kişi var. Bu mikrofon bu insanların eline nasıl verilir? Hiç mi vicdan yok!

Bu yazı 30 Ocak 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

Güzel olması yetiyor!

“Umudunu kirpiklerine bağladı gönlüm/ Yıllarca eh o bir çift göz için ağladı gönlüm...” Türk izleyicisi bir çift göze tamamdır ama mutlaka dil de ister!

‘İlk kez bir durum komedisi yapıyorum’

Beyaz Show’daki ‘Damar Damar Üstüne’de bir mizah unsuru olarak yer almayı nasıl kabul ettiniz?

Bir durum komedisi var evet. Meslek hayatımda ilk kez Beyaz Show’da bir durum komedisi yapıyorum. Beyazıt beni aradığı zaman önce “Benim formatımla senin programın birbirini tutmaz” dedim. “Zaten birbirini tutmadığı için istiyorum” dedi. Başladığı zaman da, “Bu olmayacak, bunu yapamayacağım Beyazıt. Senin programın da mahvolacak, ben de kan kaybedebilirim” diyordum. Ama Beyazıt o kadar inanmıştı ki; gerçekten çok başarılı oldu.

Peki Ayşe Egesoy imajını bozar diye düşündünüz mü?

Beyazıt’a çok inanıyordum. O nedenle öyle düşünmedim.

Yıllarca ekranda assolist gibi giyindiniz. Bu programda da haliyle öyle. Kim giydiriyor sizi?

Bu programda Çolpan İlhan giydiriyor. Her hafta bir kostüm hazırlaması ve format gereği bayağı iddialı şeyler giyilmesi gerekiyor. Daha önce Popstar Alaturka’da da Çolpan Hanım hazırlıyordu. Daha önceki programlarımda da Canan Yaka, Yıldırım Mayruk’la çalışıyordum.

Çekimlerde eğleniyor musunuz?

Metinler olağanüstü. Onları yazarken benim o sözleri nasıl yorumlayacağımı düşünmüşler. O sözler o kadının ağzından nasıl çıkar... Bu müthiş. Çok eğlenceli...

Reytinginiz çok yüksek...

Evet, Beyaz Show’un zaten bir reytingi var ama o içindeki ‘Damar Damar Üzerine’ köşesi gerçekten rekor kırıyor!

5

Haberin Devamı