Yaşam ‘Phantom Thread’: Moda ve tutkuya dair buruk ve incelikli bir melodi

‘Phantom Thread’: Moda ve tutkuya dair buruk ve incelikli bir melodi

Paylaş
‘Phantom Thread’: Moda ve tutkuya dair buruk ve incelikli bir melodi

Kerem Akça, Oscar adayı “Phantom Thread”i Berlin’de izleyip kaleme aldı… KEREM AKÇA / kerem.akca@posta.com.tr

Paul Thomas Anderson-Daniel Day-Lewis birlikteliğinin ikinci ürünü, En İyi Film dahil 6 dalda Oscar adayı “Phantom Thread”, bir terzinin yaşamının bir kesitine bakarken özellikli olmayı beceriyor. Nakış gibi işlenmiş anları, hikayeyi tek mekana sıkıştırma becerisi ve kafa yapabilen besteleriyle; ‘İngiliz miras filmi’ ile ‘klasik biyografik film’ arasında kalmayı ‘zarif ve modern bir film’le taçlandırıyor. Berlin’de vizyonda izlediğim, yılın en iyilerinden “Phantom Thread”, 17. !f İstanbul kapsamında veya 9 Mart’ta sinemalara uğradığında izlenebilir.

Plaktan veya müzik kutusundan çıkan bir melodi


Moda tasarımcılarının ya da terzilerin dünyalarından perdede başarılı sonuç çıktığı az görülür. Ama 2014’te “Saint Laurent”, ünlü modacıyla ilgili aynı yıl içinde yapılan iki biyografik filmden birinde böylesi bir örnekle yüzleşmemizi sağlamıştı. Bertrand Bonello, Gaspard Ulliel’in etrafına kurulu filmde renk filtresiyle karakterin cinsel tercihini de yansıtan iyi bir filme imza atmıştı. Aradan üç yıl geçmeden bu alanda bir başka sarsıcı eser izliyoruz. Ama “Phantom Thread”, onun kurmaca kardeşi gibi. Zira P.T. Anderson burada bir karakterden feyz alsa da onun dramatik çatısını ‘serbest’ bir şekilde oluşturmuş.

1950’ler İngiltere’sini mesken tutarken daha ziyade modanın ve tutkunun filmine imza atıyor. Bütün sosyete için kıyafet diken Reynolds Woodcock’un nefret yüklü bir karaktere dönüşmesi, onun şehvetle bağlandığı sevgilisiyle atışmasından da belli oluyor. Sinemadaki en ağırlıklı rolünde sırıtmadan dikkat çekebilen Vicky Krieps’in karakterinin kameraya doğru bir odun ateşinin önünde konuşmasıyla start alıyor film. Onun devamında da aslında film, çok klasik ilerlemiyor.



Alternatif ve kafa yapan besteleriyle bilinen ve yönetmenin dördüncü kez çalıştığı müzisyen Jonny Greenwood, 130 dakikanın 90 dakikasını kapsayan müziğini filmin atardamarı haline getirmiş. 35 mm’nin katkısıyla narin bir atmosfer var. Kamera kullanımının ayrıksılığı bir yana filmin ‘plaktan veya müzik kutusundan çıkan bir melodi’ olarak tasarlandığı söylenebilir. Böylesi bir iz ya da nostaljik tat bırakma hali finaldeki ve baştaki el yazısıyla ‘Phantom Thread’ ismiyle de ortaya konuyor. Bir terzinin vukuatlarını ‘nakış gibi işleme’ye denk getirerek aslında eylemleriyle ‘sinema dili’ yaratma arzusunu gösterdiği kesin.

Lesley Manville her girişinde iz bırakıyor


Film, yönetmenin bilinçaltı ile ilişkisini de düşününce fazlasıyla karanlık da duruyor. Ana karakterin “Otomatik Portakal”ın (“A Clockwork Orange”, 1971) bir sahnesini, arabalı sahnesini hatırlattığı, üst açının plastik arabaya odaklanarak sonrasında da bir şekilde benzincide yavaş çekimin devreye girmesiyle eklektik yapı hissedilmeye başlanıyor. Klasik renkler ve açılar yok.

Üst açıların, odak kaydırmanın ve detay planların devreye girebildiği ‘genel planlar’ın ruh haline göre tercih edilebildiği ev içi atmosferi, aslında kostüm tasarımını da sanat yönetimi kıvamında kullanıyor. Bu yoldan girince de aslında sevgili-kardeş-modacı ilişkisindeki inandırıcılık takdir edilesi. Lesley Manville’in “Carol”daki (2015) Blanchett kadar tedirgin edici hale gelme becerisi ise unutulmayacak gibi.

Açıkçası yönetmen, ayrıcalıklı dönem filmlerine girmeyi ve biyografik filmlere teğet geçen karakter hikayeleri anlatmayı seviyor (bkz. “Kan Dökülecek”, “The Master”). Burada da atmosferden performanslara kadar renkleri de, ışıkları da ‘iz bırakma’ ya da ‘nakış gibi işlenme’ hevesini yansıtan bir sinema diliyle destekliyor. Klasik bir zaman diliminden ziyade bu ismin ilişkisini, evlilik dönemini ele alıyor.



Filmin akılcı Alma’nın içsesinden akma tercihi de anlamlı ve Paul Thomas Anderson’ın farkını ortaya koyuyor. Klasik erkek bakışı bu sayede yerle bir ediliyor. Zira Daniel Day-Lewis’e her şeyi emanet etmeyip isimsiz bir oyuncunun onun önüne geçmesi değerli bir karar. Onun burada bir standardı olsa da Lesley Manville gibi yakamızı bırakmayan, Vicky Krieps gibi zorlayıcı bir karakter yaratmadığını söylemek gerek.

Esin kaynakları özgün dile alan açmak için var


“Phantom Thread”de iç mekanda kıyafetleri düzeltirken ve iki kızla ilişkiye girerken Fassbinder’in kendi oyunundan uyarladığı klasik “Petra Von Kant’ın Göz Yaşları”nın (“Die Bitteren Tränen der Petra von Kant”, 1972) plastik ve camp (bilinçli bayağılık estetiği) tek mekan dokusu akla gelebiliyor. Ölüm arifesine gelen Day-Lewis’in gördüğü sanrılarla bu ruh halini sinemasal açıdan katmanlı hale getiren Bergman başyapıtı “Yaban Çilekleri”ni (“Smultronstället”, 1957) hatırlattığı söylenebilir. Yönetmen “Rebecca”dan (1940) esinlendiğini söylemiş. Bu da şaşırtmaz. Zira atmosferin farklı boyutları olması anlamında bu kaynak mantıklı duruyor.

Anderson, başka bir dönem atmosferi yaratarak yeni nesil için Stanley Kubrick olma arzusunu, bu püf noktasına dair iddiasını ispatlıyor bir kez daha. Kadın haklarını da savunurken 1.85:1 formatında kendi yaptığı görüntü yönetmenliğinde renklerden ve ayrıksı ışıklardan beslenirken başka bir ilişkinin orta yerinden sesleniyor. 50’ler atmosferi, özgün rejisiyle ‘hipnotik ve büyüleyici’ olmayı iyi çekilmenin üzerine koyan ustalıklı filmi fazlasıyla besliyor. İngiliz miras filmi ile klasik biyografik film arasında sıkışıp kalmak, oradan modern bir dille nefes alır hale gelmek “Phantom Thread”e çok yakışıyor. İncelikli terzi hikayesi nesiller boyu hatırlanacak.

FİLMİN NOTU: 7.7




Künye:

Phantom Thread
Yönetmen:
Paul Thomas Anderson
Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Vicky Krieps, Lesley Manville, Sue Clark, Joan Brown
Süre: 130 dk.
Yapım yılı: 2017


Haberin Devamı