Kültür - Sanat Kördüğüm olmuş hallerimiz
Paylaş
Kördüğüm olmuş hallerimiz

Ayşe Kulin’in yeni romanı ‘Kördüğüm’ aslında tek bir soru soruyor: Biz bu hale nasıl geldik? Roman aynı zamanda bir toplumun toplum olabilmesinin en önemli aracı olarak hafızanın önemine dikkat çekiyor

Pınar Çevrim VESEK

Heraklit’in meşhur bir sözü vardır hani. Ben onu olduğu gibi kullanmayayım. Nazım Hikmet’in şairliğine sığınıp “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”den alıntı yapayım: “Her şey değişip akmada/ bu hâl beni hayran bırakmada..”

Heraklit’in ifade ettiği gibi her şey değişiyor. Bu hayatın gerçeği ve gereğidir. Ancak biraz açık sözlü olmak gerekirse, son birkaç yılda ülkemizde olup bitenler o kadar hızlı ve baş döndürücü ki, hayranlıktan ziyade şaşkınlık ifadesi daha çok yer buluyor hayatımızda. Ayşe Kulin’in son romanı “Kördüğüm”ü okuyunca içinden geçtiğimiz zamanı ve yaşadıklarımızı bir daha düşündüm. Gerçekten kısa zamanda şaşırtacak kadar derin gelişmeler yaşamışız.

Everest Yayınları’ndan çıkan “Kördüğüm”, geçmişle bağı olan ama daha çok bugüne dair bir roman.

Yazarın seçtiği zor yol

Ayşe Kulin’in romanlarında savaş olgusu çok yer bulmuştur; ama Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve ülkemize etkilerini ilk defa ele alıyor. Edebiyatımızın, (özellikle son dönem) meselelerin coğrafyasını anlatmakta, hatta biraz daha ileriye gideyim tespit etmekte dahi yavaş ve bazen de yanlışlarla hareket ettiği gerçeğinden yola çıkarsak, Kulin’in romanını önemli bir adım ve gelişme olarak görmek gerek.
Açıkçası konunun güncelliği ve karmaşıklığı yazarın zor bir yol seçtiğini gösteriyor. Ancak üç yüz sayfaya yakın süren anlatıda yazarın bu zorluğu rahatlıkla aştığını görebiliyoruz. Ayşe Kulin, daha çok insan hikayeleri üzerinden romanlarına isim veren bir yazar. Nadiren bunun dışına çıkmıştır. “Kördüğüm” de bunlardan biri; ancak tamamen öyle olmadığını da belirtmek gerek. Kördüğüm, bir insanın da içinde bulunduğu durumu anlatan ifade olarak karşımıza çıkıyor.

Lüks bir klinikte hafızasını kaybetmiş bir genç kızın içsel yolculuğunu ile başlayan romanın adı dahil olmak üzere bazı şeyleri sembol olarak kullandığını belirtmek gerek. Üstelik bu sembolleştirme hafıza kaybı ve beyin tahribatı gibi çarpıcı ifadelerle yapılıyor. Romanın adı aslında sadece klinikte hafıza kaybı yaşayan genç kızın değil, yaşadığımızın coğrafyanın da içinde bulunduğu durumu anlatıyor.

Biz nasıl bu hale geldik?

Terör örgütleri sınır ötesinde ve içerisinde cirit atıyor ve haince eylemler yapmakta. Ülke, emperyalist güçler tarafından sıkıştırılmak isteniyor. Güvensizliğin, korkunun hakim olduğu bir ortamda gelecek nasıl kurulacak? Aslında romanın toplamı içinde elde kalan sorulardan biridir bu. “Kanadı Kırık Kuşlar”ın Türkiye’ye sığınmış kahramanlarını da hatırlatarak “Kördüğüm”de bir sorgulamaya gidiyor yazar. Bir zamanlar güven içinde yaşanılan ve sığınılan bir ülkeydik. Biz nasıl bu hale geldik?
Romandaki hafıza olgusuna bir daha dönecek olursak, bir toplumu yok etmenin, onu geleceksiz bırakmanın biricik yolu, onu geçmişsiz yani hafızasız bırakmaktır. Aslında, bir toplum her şeyini kaybetse bile, kuşaklar arası bir bağ kurmuşsa mutlaka kendini geleceğe taşır. Yazarın, romanın kahramanı şahsında işaret ettiği durum budur. Ne olursa olsun hafızasız kalmamalıyız.
Arada bir kendine gelip, kendini toparlayan roman kişisi, bu durumda daha çok acı çeker.
“Sabır... sabır... iyi de nereye kadar! Ya sonra? Sonrasını göremiyordum! Kalın, gri bir sisin içinde gibiydim. Oysa hiçbir şey hatırlamadan yattığım günlerde, böyle kötümser değildim. Sezgilerim iyileşeceğimi, hatırlayacağımı, hayata tutunacağımı fısıldıyordu bana. Hatırladıkça iyimserliğimi, yaşama azmimi kaybetmeye başlıyorum... şu anda olduğu gibi, geleceğimi düşünmeye korktuğum için, bu odada bir zamanlar nasıl birinin yaşadığını hayal etmeye çalışıyorum.” (s.18)
Ancak , bu acıyı taşıyabilen bünye ve toplumlar zaten gelecek kurabilirler.

Kuşaklar arası iletişim

Kitabın en naif taraflarından birinin kuşaklar arası iletişim olduğunu söyleyebilirim. Bunu kitaptaki diyaloglarda çok iyi görebiliyoruz. Bunun yanı sıra genç kızın babası ve geçmişi ile ilgili düşündükleri de bu açıdan dikkat çekicidir:

“Onun da bana pek ilgi gösterdiği söylenemez aslında, anası babası yollarını ayırmış olan çocukların ortak kaderidir bu, kimin yanında kaldılarsa, diğerine yabancı büyürler. Neyse ki benim durumumda bir adalet söz konusuydu, çünkü ben annemin ya da babamın değil, anneannemle dedemin yanında büyümüştüm. Annem de babam da bana eşit mesafede uzaktılar. Ya da ben öyle olduklarını düşünmüşüm. Yılların içinde her vesileyle görüyordum ki, aslında onlar bana değil, ben onlara uzakmışım. Çocukluğum ve ilk gençliğim boyunca düşkünlük ve sevgi tercihimi hep anneannemle dedemden yana koymuşum. Son birkaç yıldır görebiliyordum ancak, her derdimde yanıma koşmaya hazır olduklarını. Bu yüzden arabaya biner binmez uyumamalı, fedakâr(!) babamla sohbet etmeliydim yol boyunca.” (s.97)

Ayşe Kulin, yazılması zor bir konuyu, çok da hacimli olmayan bir romanla başarılı bir şekilde aktarmış. Kördüğüm, geleceğin yaşanmasına ihtiyaç duymadan bugünü yazmış. Bu açıdan, ileride bugüne dönüp bakacağımız bir roman yazmış. Yazımızı romanın iskeletine ve içeriğine ilham olmuş Şevket Rado şiiriyle bitirelim.

“Öyle uzak ki yerim uzakları aşıyor/ Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor/ Ya her şeyim ya hiçim, sorma dünyam ne biçim/ Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor.”




Haberin Devamı