N. Kübra Akalın İsmail Saymaz, işçilerin ölüm yolculuğunu anlatıyor
HABERİ PAYLAŞ

İsmail Saymaz, işçilerin ölüm yolculuğunu anlatıyor

Haberin Devamı

İsmail Saymaz'ın İletişim Yayınları'ndan çıkan "FITRAT /İş Kazası Değil, Cinayet" kitabı birbirinden etkileyici ve unutulmaması gereken iş kazalarına yer veriyor. Saymaz, yaptığı haberlerin peşini bırakmıyor ve yaşanan kazaların temeline gidiyor. Hiçe sayılan işçi hayatının patron-yargı-devlet ekseni ve neoliberal politikalar üzerinden anlatıyor.

Saymaz daha önceki kitaplarında yaptığı gibi bu kitabında da titiz bir çalışma yaparak çoğumuzun hatırlamadığı çoğumuzun ise takibini çoktan bıraktığı pek çok 'iş kazası'nın neden iş kazası, fıtrat veyahut kader olmadığını anlatıyor.

Bursalı Nejla’nın kömüre dönmüş cesedinden parıldayan bir altın kolyeden “Benim oğlum yüzme bilmezdi ya suyun içinde ne yaptı” diye soran Ayşe teyzeye uzanan acı bir döngü, bir avuç inançlı insanla yürütülen koskocaman bir mücadele anlatılıyor bu kitapta.

Neoliberal politikalarla içi boşaltılan sistemin işçilerin yaşamına mal olduğunu, işçinin güvencesiz çalışmaya mahkum edilerek ölüme itildiğini enerji, tersane, tekstil, inşaat ve maden alanlarında örneklerle anlatan Saymaz, POSTA KİTAP için sorularımızı yanıtladı:

*Gazete, dergi, tv ve paneller... Bunca yoğunluk içinde kitap çalışmasına nasıl yetişiyorsun?

Benim hayatımın büyük bir bölümü, gazetecilik merkezli etkinliklerle geçiyor. Bu mesleği fazlasıyla sevdiğim için mesai bitiminde de gazeteciliği sürdürüyorum. Çoğu zaman bir haber, bir meseleyi anlatmaya yetmiyor. Bir dizi haberi de okurun takip etmesi mümkün değil. Dolayısıyla ben, mesaimden arta kalan zamanda, çoğunlukla akşamları, yoğunlaştığım alanda kitap yazıyorum. Gazetecilikten geriye bu eserlerin kalacağına inanıyorum.

*Yaptığın her çalışma, arşivlik aslında. Bu kitaba -iş cinayetlerine- nasıl karar verdin?

Ben zaten 2007 yılında Tuzla tersanelerindeki iş cinayetlerinin yaşandığı günden bu yana yaklaşık dokuz yıldır bu konuya dair haberler yapıyordum. Belki de en sık ele aldığım konulardan biri de buydu. Zaman içerisinde iş cinayetlerinin bir olgu haline geldiğini, sistemin ve egemenlerin ekonomik tercihlerinin zorunlu bir sonucu olduğunu tespit ederek, kitaplaştırmaya karar verdim.

*Bu süreçte dayını de iş kazasında kaybettiğini biliyoruz. Kitabı da ona ithaf ettin zaten, kaza nasıl oldu? Ne söylemek istersin?

Benim teyzemin eşi olan Salih Coşkun, 18 Ağustos 2016'da Fatih'teki bir inşaatta işçi olarak çalışmaktaydı. O gün inşaatın birinci katında, arkadaşının çıktığı merdiveni alttan tutmaktaydı. Merdivenin üzerindeki arkadaşı dengesini kaybedince Salih dayımın üzerine düşmüş. İkisi birlikte üç metre yükseklikten yere çakılmış. Salih dayı kafasını molozlara çarptığı için beyin kanaması geçirdi. 65 yaşındaki Salih dayı 45 günlük yoğun bakımdan sonra hayatını kaybetti. Arkadaşı ise ağır yaralandı.

Her hikaye ayrı ayrı çarpıcı ve değerli. Bunların arasında yazarken en etkilendiğin hangisi oldu?

En çok Bursalı beş kadının, Tuzla'da filikada can verenlerin, Erzurum Aşkale'de deniz bisikletinden devrilip boğulanların, Muğla'da kuyuda ölenlerin ve Soma'daki 301 işçinin hikayesinden etkilendim.

KÂR HIRSI ÖLÜM GETİRDİ

*İş cinayetlerinin artarak devam ettiği yılları kaleme aldın; bunun AKP'nin neoliberal politikalarının sonucu olduğunu ifade ediyorsun kitabında. Bu süreci kısaca özetlemen gerekirse?..

Aslında bu süreç AKP ile başlamıyor. 12 Eylül'den hemen önce, 24 Ocak 1980'de alınan ekonomik kararlarla başlayıp AKP döneminde evrimi tamamlanan neoliberal politikanın bir sonucu, bu. Küresel rekabet piyasasında bir aktör olma iddiasıyla kamusal birikim özelleştirmelerle yağmalatılırken; işçiler önce sendikasızlaştırıldı, ardından taşeronlaştırma yoluna gidildi. İş sağlığı ve iş güvenliğini bir maliyet kalemi olarak gören özel sermaye, daha çok kar hırsıyla hareket etti. Sonuç; iş kazalarının 80 binden 230 bine, ölümlü iş kazalarının iki katı artması oldu.

*Türkiye'de iş kazaları için sıkı bir önlem alınmadığını ölümlerden dahi ders almayan bir sistemin işlediğini kitapta anlattığın dosyalarla da örnekliyorsun. Bu 'cesaret'in sebebi ne?

Her ne kadar mevzuat bakımından bir sorun yoksa da devlet denetim görevini, işverenlerin çıkarı lehine, kullanmaktan vazgeçmiştir. Zira hala işveren velinimet olarak görülüyor. İş kazaları sonrasında açılan davalarda da mahkeme heyetleri bu düşünceyle hareket ediyor. İşverenler cesareti buradan alıyor.

“KAZALARIN AZALMASINI BEKLEMEK MÜMKÜN DEĞİL!”

*Devlet-işveren arasındaki bu kopmaz bağ ve devletin işçiyi gözden çıkarması bunu da bu denli kör gözüme parmağım yapmasını nasıl açıklıyorsun?

Devlet yetkilileri iş kazalarını "kader" veya "fıtrat" olarak gördükten, bu cinayetlerin can verenlerin ardından "güzel öldüler" dedikten sonra, kazaların azalmasını beklemek mümkün değildir.

*İş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin ailesinden nasıl tepkiler aldın?

Gayet olumlu. Büyük bir eksikliği giderdiğimi ifade ettiler.

Bundan sonra yeni bir kitap çalışması olacak mı, aklında bir şey var mı?

Bir ihtimal, 'Kafa' ve 'Bavul' dergilerinde kaleme aldığım anıları ve öyküleri kitaplaştıracağım.

*Son dönemde çok sayıda gazetede, dergi ve kanal kapandı. Böyle bir ortamda gazetecilik yapmak senin açından bakıldığında nasıl? Hiç pes ettiğin, umudunu yitirdiğin olmuyor mu? Özellikle son dönem de sık sık troller tarafında lince uğruyorsun, böyle zamanlarda gazetecilik adına inancını nasıl diri tutuyorsun?

Bazen daraldığım, endişe ettiğim, üzüldüğüm oluyor ancak hiç pes ettiğim olmadı. Çünkü bütün bu örgütlü saldırıların beni pes ettirmek üzere yapıldığının farkındayım. Nazım Hikmet, cezaevinde yatan insanın olumlu anıları değil, kızdığı hatıraları hatırlaması gerektiğini tavsiye eder. İşte böyle anlar, benim de troller tarafından açık cezaevine çevrilmek istenen ülkede, hayata ve mesleğe daha sıkı sarılmamın vasıtası oluyor.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder