Yaşam Hayriye ile Beraber Büyümek

Hayriye ile Beraber Büyümek

Paylaş
Hayriye ile Beraber Büyümek

Figen Şakacı, “Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı” ile okurla birlikte büyüyen Hayriye’nin son demlerini anlatıyor.

Ezgi ÖKSÜZBAKAN

Figen Şakacı, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan son kitabı “Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı?” ile, okurla beraber “büyüyen” Hayriye’nin son demlerini önümüze seriyor bu kez.

Kitap, Rüya’nın en yakın arkadaşı Hayriye’den bir türlü haber alamaması sonucu apar topar onun evine gitmesi ile açılıyor. Rüya, arkadaşının nerede olduğunu bulmak için geldiği evde Hayriye’nin yazılarını okurken bir yerden sonra hem kendisinin hem de Hayriye’nin içinde gizli kalmış kişiliklerle tanışmaya başlıyor.

Bu tanışmanın devamında kitabın seyrine göre birden çok duygu ile sarsılıyoruz. Yaşlanmak, Hayriye için fizyolojik bir olay olmaktansa direnmesi gereken bir düşman gibi mesela. Gerek toplum tarafından “belli bir yaşa gelmiş kadın” kategorisine layık görüldüğü için beklenen sorumluluklar ve davranışlara uygun hareket etmeye çalışması gücüne gidiyor, gerekse içindeki enerjisi ilk günkü gibi tazeyken vücudunun ona karşı gelmesini kendine yediremiyor. Hayata tutunmak adına eskilere dönmeyi tercih ettiğinde ise burada gözümüze çarpan kişi ise ilk ve son aşkı Türker…

Aşk ve arkadaşlık

Hayriye’nin Türker’e karşı yazdıklarını okurken karakterimizin duygularını da derinden hissediyoruz. Toplum kriterlerine uygun düşmeyen bir ilişki içinde var olmaya çalışırken tek dayanağı arzulandığını hissetmesi miydi, yoksa aynı insanla yeniden bir ilişkiye başlamak onun eski günlere geri dönme isteğini ateşliyor muydu? Belki de koca evde yıllarını tek başına doldurmaya çalıştığı sahneyi gözünün önünden elinin tersiyle itmeye çabalarken gençlik hayallerinin en azından şimdilik gerçeğe dönüştüğünü hissetmek hayatını daha katlanılabilir kılıyordu.



Aşk kadar derin bir şekilde ele alınan diğer tema ise “arkadaşlık”. Alıştığımızdan daha farklı şekilde işlenen bu konu, okurken kendi ilişkilerimizi de sorgulatıyor. Mesafelerin aradaki samimiyete engel olup olmadığı tartışması canlanıyor kafamızda ya da samimiyet sahip olma hakkını getirmeli mi diye düşünüyoruz Rüya ile birlikte. Yine Rüya’ya gelirsek… Hayriye’nin yazılarını bir bir okurken arkadaşının ona bazı şeyleri hiç anlatmadığına tanık oluyor Rüya. ‘Kendisine anlatılmadığı için kızmalı mı, arkadaşının dediklerine inanmak yerine kendi araştırıp bulmayı tercih ettiği için suçluluk mu hissetmeli yoksa aradaki mesafe yüzünden samimiyetlerinin eski tadı vermediğini düşünüp üzülmeli mi?’ derken sorular arasında biz de metne dört elle sarılıyoruz.

Mekanın önemi

Yazarın değindiği bir başka öğe ise “mekan”. Amerika ve Türkiye arasında ele alınan bu konu aslında iki zıt yaşam tarzının simgesi. Rüya’nın yurtdışında yaşaması “özgürlüğü hissetme”, “kaçış noktası” gibi temalarla bezenmişken, Hayriye’nin şehrinde kalmasını “acı verdiği halde kabullenmek”, “hayatın gerçek yüzü ile yaşamayı öğrenmek” olarak hissediyoruz. Öte yandan, Rüya’nın Hayriye’nin evinde kaldığı günler ilerlerken ilk başta çizilen “kibar insan” imajı özdeşim kurduğu yerin kültürel yapısına göre bir değişim içinde... Rüya ne kadar burada yaşamanın dayanılmaz olduğunu kendine inandırmaya çalışsa da, birkaç haftalık ziyaretiyle bile fazlaca bağlanıyor ve kolay kolay kopamayacak hale geliyor. Okurken biz de benliğimizle birleştirdiğimiz mekanları gözden geçirir bir halde buluyoruz kendimizi.

Şakacı, hikayenin içinde serinin ilk iki kitabı olan Bitirgen ve Pala Hayriye’nin adlarına da içeriğe uygun bir şekilde yer veriyor. Hayriye, çocukluk çağlarını anlatırken “Henüz Bitirgen’ken..” diye başlıyor cümleye; gençlik zamanlarından ise “Pala Hayriye yılları” olarak söz ediyor. Bunun haricinde yalnızlık hakkında konuşurken ‘dikey ve yatay yalnızlıktan’ bahsederek Turgut Uyar’a, pazartesilerini hep kırmızı kabul ederken Marquez’e ve gözlerinin bozulmasını yazarlığın cilvesinden sayarken Borges’e selam gönderiyor Hayriye…

Ayrıca, kitabı okurken yazarın oluşturduğu karakterler arasında çokça karşılaştırma yaptığına da tanık oluyoruz. Ekonomik ve sosyal statülere ya da mekânsal farklılıklara göre oldukça belirgin “zıt” özelliklere sahip olan kişiler ve onların bu zıtlıklarını pekiştirmek adına kullanılan cümleler ile yazarın toplum içindeki ayrımlara dikkat çekmek istediğini düşünebiliriz. Örneğin, Hayriye’nin evine temizliğe gelen Sakine ile Rüya arasındaki farklılık, Hayriye Hanım’ın bakkal ve yönetici karakterleriyle yaşadığı fikir ayrılıkları ya da Rüya’nın gençlerin kullandığı dil ve iletişim stilleri karşısında şaşkına düşmesini sağlayan kuşak çatışması gibi...

Bize tüm duyguları yaşatan, tekrar tekrar okumak istediğimiz bölümlerden oluşan “Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı?” Hayriye’nin de dediği gibi “tarihe leke düşmek istercesine” aklımıza kazınıyor ve yazar, koca bir düşünce yumağı ile baş başa bırakıyor bizi…

Hayriye Hanım'ı Kim Çaldı?
Figen Şakacı
İletişim Yayıncılık
172 sayfa

Haberin Devamı