Mehmet Ali Birand Gül'ün amacı adaylık değil, AKP'ye 'ince ayardı'...
HABERİ PAYLAŞ

Gül'ün amacı adaylık değil, AKP'ye 'ince ayardı'...

Haberin Devamı

Köşk başarılı bir ‘ince ayar’ operasyonuna imza attı. Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ahmet Sever’in açıklamalarındaki mesajlar tam yerini buldu. Üstelik, çevreye fazla da zarar verilmedi. Bomba patladıktan sonra, etrafta ölü yaralı görülmedi (!) Gül bu şekilde, Başbakan’ın yapmadığını yaptı ve herkesin dikkatini çekti. Başbakan’a yakın bir AK Parti’linin yorumu, bu açıdan çok ilginçti: “...Birikmiş bir sıkıntı ortaya çıkmış oldu.

Bu açıdan çok yararlı bir açıklamaydı. Eğer böyle bir adım atılmamış olsaydı ve birikim sürseydi, yarın veya öbür gün çok daha yıkıcı bir tepkiyle karşı karşıya kalınabilirdi. Şimdi bu uyarıyla herkes kendine bir ince ayar yapacaktır...” dedi. Gerçekten de, Hüseyin Çelik’in açıklamasının dışında kimseler ağzını açmadı. Konuşanlar da alttan almaya özen gösterdiler. AK Parti’lilerin fazla konuşma merakları var. Laflarına biraz daha dikkat etseler, bu tip gelişmeler de yaşanmayacak, ancak olmuyor işte. Birilerinin çıkıp mutlaka “Hadi yetti arkadaşlar, çenenizi tutun, haddinizi bilin...” deyivermesi gerekiyor.

[[HAFTAYA]]

Niyeti adaylık değil...

Gül’ün gerçek niyeti 2014 seçimlerinde aday olup, Başbakan ile yarışmak değil. Niyeti, partiye kendi açısından bir çeki düzen vermek. Bu açıklamanın, bizim sokak Türkçesiyle, “Beyler dikkat edin, yakında başınıza ben geçeceğim. O zaman bunların hesabını da sorarım...” demek olduğunun da hemen herkes farkında. Gül aday olmayacak, ancak partinin başına geçmesinin bazı koşulların yerine gelmesine bağlı olduğunu işaret ediyor. Ahmet Sever’in çok dikkatli seçilmiş cümlelerinin satır aralarını iyi incelerseniz, eski örnekleri doğru değerlendirirseniz, Cumhurbaşkanı’nın attığı adımları kendi başına kararlaştırdığına dair özel vurgularla karşılaşırsınız. Ahmet Sever’in ortaya koyduğu resim, Gül’ün, Köşk’te her konuya el atıp karar verecek yetkili ve etkili bir Erdoğan’ın uygulayıcı Başbakanı olmayacağını gösteriyor. İkisi arasında bu konuda mutlaka bir pazarlık veya görüş alış verişi olacaktır, ancak şimdiden medya üzerinden sınırlar çiziliyor.

Türkiye bölünmek istemiyorsa Kürdistan’ı vurmak yerine korumaya alır


Kimseler alınmasın, ancak bu bölgede Türkiye henüz oyun kurucu konumuna gelmedi. Etkili bir ülkeyiz, sözümüze dikkat ediliyor. Bu konuda kuşku yok. Buna karşılık ‘oyun kuruculuk’ başka bir şeydir. Bölgedeki oyun kuruculuk hala ABD’nin elinde. Şimdi korku içindeyiz. “Acaba büyük Kürt devleti kurulacak mı?” sorusu soruluyor. Şunu çok iyi bilelim ve kabul edelim ki, hiçbir Kürt lideri tek başına “Büyük Kürdistan”ı kuramaz. Bu rüyayı ancak uluslararası koşullar gerçekleştirebilir. “Oyun kurucu” ülkeler (ABD gibi) yardım ederse olur.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un, “Suriye’de Kürt devletine izin veremeyiz” sözü de bizi çok sevindirmesin. Zira, yarın koşullar öyle bir değişir ki, aynı Gordon “Kürt devletinin oluşumunun nasıl önlenemeyeceğini” anlatmak zorunda kalır. Ayrıca, hiçbir Kürt lider, “Büyük Kürdistan”ı oluşturma imkanı eline geçerse buna sırtını dönemez. Günün birinde, uluslararası koşullar oluşursa, mutlaka harekete geçerler. Bundan dolayı kimseyi suçlayamayacağımız gibi, ordularımızı gönderip engelleyemeyiz de.

Tam aksine, böyle bir olasılık önlenemez noktaya gelirse, sahip çıkmalı, kol kanat germeliyiz. Bu, ‘Büyük Kürdistan’ fikrini alkışlamamız ve elimizden geleni yapmamız anlamına gelmiyor. İtirazlarımızı da söyleme hakkımız var tabii... Ancak bir gün gerçeklerle karşı karşıya kalındığında ne yapmalıyız? Ordularımızı mı yollayacağız? Dünya Kürtleriyle savaşa mı gireceğiz? Hayır. Gerçekçi olalım, yapamayacağımız şeyleri kendimize hedef olarak tayin etmeyelim. Şimdiden kafanızdaki soruyu duyar gibi oluyorum: “Ne yani böyle bir süreci engellemeyeceğiz de, ülkemizin bölünmesine göz mü yumacağız?” Eğer böyle bir sürece girersek, bölünmekten kurtulmanın yolu silahlı direnme olamaz. Akıllı toplumlar ve yönetimler, önce kendi Kürtlerine sahip çıkarlar. Bugünlük bu konuyu kısa tutuyorum, ileride daha ayrıntılı şekilde tartışalım...

İdris Şahin Bey’in önlenemez yükselişi...

Herhalde şimdiye kadar gelmiş geçmiş İçişleri Bakanları arasında en şanslı olanlarından biri, İdris Naim Şahin Bey’dir. Şanslılığı da iki unsurdan kaynaklanıyor. Biri, Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanmış bir bakan olması. Diğeri ise, başta medya ve muhalefet tarafından sürekli şekilde eleştirilmesi. Bu iki şans, Sayın Şahin’in sırtını yere getirmiyor. Aksine her kırdığı pot, yükselişini arttırıyor. Sayın Şahin her konuşmasıyla yeni bir çam deviriyor. Hükümeti de güç durumlara sokuyor, ancak Bakanımız hiç oralı değil.

Aslına bakacak olursanız, eminim Başbakan da, İçişleri Bakanlığı’nda bu kadar pot kırmasına rağmen böylesine bir “İnci”nin kalmasını istemiyordur, ancak alışkanlığından kurtulamıyor. O alışkanlığı da, eleştirilen bir bakanını veya bürokratını görevden almamaktır. Sözü geçen kişiler çam devirmeye biraz ara verseler... Bunun sonucunda da eleştiriler biraz kesilse... Başbakan hemen değişimi yapacak, ancak bir türlü bu ortamı bulamıyor olmalı ki, hiç sesini çıkartmıyor.

Durumdan memnun olmadığı da, örneğin İçişleri Bakanı’nı bir süre önce parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in açıkça “Fırçalaması” karşısında hiç sesini çıkartmamasıyla anlaşıldı. Hadi, Çelik parti adına konuşuyor ve kendine özgü bir kişiliği vardır, doğru olduğuna inandığını söyler ve Başbakan’dan izin almaz, diyelim... Bu defa hükümet sözcüsü Arınç’ın ‘fırçası’ geldi. Sözcü olduğu ve konunun kabinede ele alındığı da açıkça ortaya kondu. Sayın Bakan hâlâ tınmıyor. Polislerin teşhis olayı hakkında “Ne olacak, normaldir...” deyip, müdürünü terfi dahi ettirdikten sonra, baksanıza Başbakan tam tersi tutum aldı. Demek ki, artık bıçak kemiğe dayanıyor... Şahin ise önlenemez yükselişini sürdürüyor (!)

Sıradaki haber yükleniyor...
holder