Cumartesi Postası Gonca Vuslateri: Ağlayan palyaço var ya o bendim

Gonca Vuslateri: Ağlayan palyaço var ya o bendim

Paylaş
Gonca Vuslateri: Ağlayan palyaço var ya o bendim

Gonca Vuslateri ‘Martı’ oyunuyla yeniden sahnede. Şimdi onu tüm Türkiye tanıyor ama buraya gelmesi kolay olmadı. Palyaçoluk da yaptı, balonculuk da... Diyor ki: Kırmızı burnun ardından bakmak dramatiktir. “Ağlayan palyaço benim”in ne demek olduğunu yaşadım.

Behzat Uygur İle İki Lafın Belini Kıralım
Hazırlayan: Dilara Doğan


Herkesin ‘Martı’ yorumu farklı, sizinki ne anlatıyor seyirciye?
Çehov'un en başarısız oyunu olarak algılanıyor ama aslında en enteresan oyunlarından biri. Bir çiftlik evinde alt sınıfın da, üst sınıfın da ne kadar yalnız olduğuna tanık oluyoruz. Alkolik de var, edebiyatçı da. Her birinin ne kadar üretmek zorunda olduğunu ve bulunduğu yerden gitmekle ilgili yüzleşmelerini görüyoruz. Dizi gibi izlenen bir oyun. Ben de kahyanın kızı Maşa'yı oynuyorum.

Televizyonda işler iyi gidince tiyatroyu unutan bir sürü tiyatrocu var. Ama sen televizyonda yaptığın işler iyi gitse bile ısrarla tiyatro yaptın.
Ekranlarda çokça yer aldıktan sonra tiyatro yapmak manevi bir borç olarak algılanıyor. Oysa tam tersi. Bizim manevi borcumuz TV dahil her yere bir şeyler yapmak.

Tiyatronun gücünden yararlanıyorsun diyebilir miyiz?
Tabii, her zaman. Hem Gonca olarak hem de oynadığım karakterler olarak ekmeğim açısından yararlanıyorum.

Bu kadar başarılı işler yaptın, ‘Martı’ başarısız olur mu diye korktun mu?
‘Yalan Dünya'dan sonra iki iş yaptım, başarılı olmadı. İzlesen başarısız olduğunu düşünmezsin ama zaten kötü oyunculuk bundan sonra benim için anca beceri olur. “Ne kadar kötü oynayabilirim ki?” diye kendimi teselli ettiğim olur arada, o yüzden korkmuyorum.



Tiyatroyu meslek olarak mı görüyorsun?
Birileri bunu meslek olarak görmüyorsa, o onların yüce egolarıyla alakalıdır. Tiyatro meslektir, ciddi bir iştir.

Görmeyenler çok…
Toplum olarak iyi niyetle ilgileniyoruz. İyi niyet tiyatronun gülen maskesi, kötüsü ağlayan maskesi zannediyoruz ve sahicilik arıyoruz. Ben hâlâ yaratıcı bir millet olduğumuza inanıyorum. Sadece biraz gerginiz, bunun nedenini de anlamamak mümkün değil. Bu sürecin geçeceğine inanıyorum. Ama cep telefonunu tiyatroda kullanamadığı için üzülen insanlar da görüyorum.

TELEFONUN GİRMEDİĞİ YERLERE SAYGI DUYUYORUM


Cep telefonları seni rahatsız ediyor anlaşılan…
Rahatsız olmuyorum ama telefonun girmediği yerlere saygı duyuyorum, hoşuma gidiyor. İki saat boyunca sinemada film seyrediyorsun. Biri sana ulaşamadı diyelim, başına ne gelirse gelsin “Sinemadaydım” dediğin an, bunun tartışılabilecek tarafı yok. Bu benim bu yüzyılda en büyük lüksüm. Bunun için sana kim kızabilir? Bu şansı neden vermiyorsun kendine? İki saat yapayalnız kalıyorsun, çıkarsana şunun tadını.

Evde durum ne, cep telefonları açık mı?
Ben her zaman cep telefonumla vakit geçiririm. Iphone belasına müthiş aşığım. Yeni modelini çıktığı günün ertesinde hemen alırım. Çok severim teknolojiyi. İki ayrı Playstation’ım var. Bir odamız stüdyo, albüm bile kaydedebilirim. Eşim de ses editörü yapıyor. Kablo geçiyor her tarafımızdan.

BU KADAR ASILDIĞIM, KENDİMİ TELEF ETTİĞİM BİRİ OLMADI


Ne kadar oldu Burak Erdoğan ile evleneli?
İki sene olacak.

Nasıl tanıştınız?
Gani (Müjde) Hoca’nın sayesinde oldu aslında. Onun filminde oynamasaydım Burak'ı tanıyıp aşık olmayacaktım. Filmin ses editini yapıyordu. Benim de dublaj işim vardı. Gittim ve hayatımda bu kadar yüzüme bakmayan bir adam olamaz diye düşündüm. Bu kadar asıldığım, bu kadar yerle bir olduğum, Allah’ım neden yüzüme dönmüyor diye kendimi telef ettiğim biri daha olmadı. Gurur meselesi yaptım, en sonunda tüfek çıkaracaktım.



Taktik olarak mı böyle yapmış, hakikatten öyle bir adam mı?
Öyle bir adam.

Nasıl asıldın, neler yaptın?
Zırt pırt laf attım. “Gonca Hanım burayı bir kez daha alacağız” diyor mesela. “Burayı bir kez daha alırız, artık bi kahve içersek” gibi laflar ağzımda. Kendimi kaybettim. Ya bu odadan çıkacağım ve bir daha hiç görmeyeceğim ya da bu odadan beraber çıkacağız. Allah’tan dublajda son sıradaymışım, bittiğinde gerçekten kahve içtik. Ve sonra…

Evlendiniz…
Kaçırır mıyım yahu. Büyük aşık olmuşum. İlk görüşte aşk, ilk görüşte gurur!

İlk görüşte asılmışsın, valla helal olsun. Ne yapacağı belli olmayan hem komik hem deli bir tarafın var, altın gibi de bir kalbin. Zor değil mi, nasıl başa çıkıyorsun?
Hayatta en zor olan insanlar tarafından anlamlandırılmak. Çünkü toplum seni bir kez kabul etmemiş ve hiç değiştiremeyeceğin özelliklerini sindirememişse, kendini ifade etmek zor. Ama altın kalbimin de ekmeğini yedim. Hep gelişineyim, çıkıyorum ve hissettiğimi yapıyorum. Bedavacılıktan veya tembellikten değil. Aradığım sahiciliği buldum, kendimi disipline edebiliyorum.




ÇOK GÜLMEM. HEP BİR MANTIK ARARIM


Evde nasıl bir kadınsın, merak ediyorum?
Tam da bu anlattığım kişiyim. Kafayı her anlamda bozmadım, dürüst ve sahici olmak bir takıntım değil sadece. Anladım ki bunlar insan olmanın getirdiği şeyler. Evde eğlenceliyim ama hayatın her alanında değil. Kendimi Türkiye'ye komediyle tanıttım. Aslında hiç gülmeyen bir kız olduğumu gördüklerinde hayal kırıklığına uğrayanlar var.

Gülmüyor musun?
Çok gülmem. Hep bir mantık ararım. Dolayısıyla “Bu kızda kesin bir tuhaflık var” derler. Bunca yorulduğumuz şeyin ardında ilgilendiğimiz tek şey evimiz ve sağlığımız oluyor zaten. Eşim ve sağlığım dışında bir şeyle ilgilenmiyorum. Radyo sunuyorum, tiyatroda oynuyorum, önümüzdeki ay diziye başlıyorum, film projem var. Zaten beni anlamlandıracak insanları memnun etmekle ilgili bir şeyler yapıyorum. Bu arada Gonca'yla ilgili birilerine güven vermiyorsam bundan bana ne, kime ne?

Birilerini memnun etmekle ilgili bir şeyler yapıyorum dedin, çok zor bu…
Evet, gergin bir iş. Üzerime aldığım sorumluluklara bakar mısın? Gazetede yazıyorum, her an bir gazeteci “Senin burada ne işin var” diyebilir. Çocuk oyunu yazıyorum, senin gibi bir usta çıkıp diyebilir ki, “Hemen oyun yazmalara başlamışsın...”

HAYRAN OLDUĞUM SANATÇILARIN MEZARINA GİDİP DUA EDERİM, KİTAP OKURUM


Gelelim mezarlık hikayesine... Ne oldu da mezarlıkları sevmeye başladın? Aysel Gürel de giderdi.
Bu topraklarda yaşamış, daha sonra buralardan gitmiş birini şükranla ziyaret ediyoruz. İlkokulda Anıtkabir'e gezi düzenleniyor ve sen önce değerli birini ziyaret etme bilinci geliştiriyorsun. Ben bu bilinci sevdim. Her sene Anıtkabir'e giden bir aileyiz. Sadece Atatürk ile sınırlı kalmayıp bütün hayran olduğum sanatçıların mezarına gidip dua ederim, kitap okurum. Hiçbir zaman ölüyle diriyi ayırmadım, ben var olmaya bakarım. Herkes ölümsüzdür benim için.

Değişik…
Yıldız Kenter'in öğrencisi olmak hayalimdi, olamadım. Geçen sene Öğretmenler Günü’nde ziyaret etme fırsatım oldu. Hiç tanımıyordu doğal olarak beni. Benim için olağanüstüydü. Evinden çıkınca ağlamam, heyecanımı atmam lazımdı. Tutamadım kendimi, Aşiyan Mezarlığı'na gittim. En yakın arkadaşıma değil, Turgut Uyar'ın, Edip Cansever'in, Orhan Veli'nin uyuduğu bir sessizliğe gittim. Ah, biliyorum delilik ama doluluk işte...

Köşe yazında ruhsal güvenliğimiz tehdit altında yazmışsın...
Uzun zamandır akşam dışarı çıkmıyordum. Geçen gece çıktım ve eğlenmenin armonisini bilmeyen bir hale geldiğimizi anladım. Bağıra bağıra konuşayım mı, müziği mi dinleyeyim. Çok sık tanık olduğum bir diyalog vardı o gece: “Tanışalım mı? Seni çok önemli biriyle tanıştıracağım...” Ya ben önemli değilim ki, niye beni önemli biriyle tanıştırıyorsun? Kendimi kötü hissederek döndüm evime.

Doğru söylüyorsun valla… Asi duruyorsun ya biraz, çok kavga eder misin?
Yok. Yükselirim ama hızlı inerim. Ağlamaya, duygusallığa dönüşür, hızlı yenilirim. Hızla dışarıdan bakarım ve halimize üzülürüm.

GÖRÜŞMEMEK ÜZERE BOŞANDI BİZİMKİLER


Aile senin için ne ifade ediyor?
Güvenli ve sıcak bir ortam olduğunu biliyorum. Annesi babası boşanmış biri olarak pek oradan gelmediğim için daha çok biliyorum, ne kadar sıcak bir ortam olduğunu. Kavga da etsen, nefret de etsen dönüp dolaşıp hiç utanmadan kapıdan içeri girebileceğin kutsal bir mekan. Annemle babam boşandığı zaman, annesini babasını çok seven ve çok mutlu olan arkadaşlarımın aileleriyle o duygumu besliyordum. Arkadaş kalarak değil, görüşmemek üzere boşandı bizimkiler.

Çocuklar zor durumda kalıyor değil mi?
Tabii ki… Mezuniyet oluyor, töreni oluyor. Burak'la düğün yaparken en çok ona güldük. İkimizin de anne-babası ayrı. Ki hali vardı. Gülerek karşılıyoruz bu durumu. İnsanları da yaralarıyla vurmamak lazım. Biz onların çocuğuyuz, açık yaraları değiliz.

Kendinle dalga geçebiliyor musun?
Dalga geçiyorum ama sonra diyorum ki keşke o kadar çok dalga geçmeseydim. Annemler bir gün okula gelmiş. Müjdat Hoca benim için “Tam bir deli” demiş. Annemler çok üzülmüş.

İyi bir şey söylemiş aslında…
Evet. “Merak etmeyin, ki dedim. Bu tarz yaralı ailelerde bir süre sonra çocuklarını öyle bir koruma kollama refleksi gelişiyor ki.

Kırmızı burun hikayesine gelelim. Zamanında para kazanmak için palyaçoluk yapmışsın...
Kırmızı burnun ardından bakmak dramatik ve başka bir şey. Çok klişe olan “Ağlayan palyaço benim”in ne demek olduğunu yaşadım ve anladım ben.

YEMEĞİ YAPARKEN YİYORUM


Beyaz eşya tanıtımında da balon şişirmişsin. O dönemleri merak ediyorum…

Türkiye'nin her yerinde yaptım bunu Behzat Abi. Aynı zamanda ‘Aliye’ dizisinde de oynuyordum, 400 lira alıyordum. İki-üç bölümde bir, bir dakikalık rolüm vardı. Ama beyaz eşya tanımında bütün Türkiye'yi geziyordum. Tabii hem acıklı hem de komik anılarım oldu.

Komik olanlardan anlat da gülelim.
Erzurum'da o kadar çok et yedim ki. Ev yemekleri yapan bir yere gittim. “Her gün et yiyorum, etsiz yemek yok mu” dedim. Adam “Valla köfte var” dedi. Erzincan'da da bir meydanda arabada balon şişiriyorum. Çocuklar arabayı sallıyor. Arabanın içinde devriliyorum. Kafamı, gözümü vurabilirim. Dışarıda çocuklar “Balon makinasını kurtarın” diye bağırıyor. Ulan beni kurtarsanıza önce…

Gonca evde mutfağa girer mi?
Yemek yapmayı çok severim ama o kadar iyi yapamam. Annem de çok yemek yapmaz. Anneannemin mutfağı iyidir. Yine de yapıyorum arada ama mutfak fazla dağılıyor. Burak çok düzenlidir, yemeğini yer, bulaşık makinasına koyar. Ben yemeği yerim, o yemek orada kurur, fosilleşir.

Hiç mi yok yemek tarifin? İlber Hoca'dan bile yemek tarifi aldım.
Behzat Abi benim bir huyum var. Yemek yapmaya başladığımda, soğanı kavururken yiyorum. Kavrulmuş soğanı yarım ekmekle yediğim için ne yemek yapasım geliyor, ne de insanlara bir şey hazırlayasım. Gelsin biri şu fasulyeyi tamamlasın diyesim geliyor. Yemeği yaparken yiyorum. Ama uydurduğum, iyi yaptığım şeyler var.

O uydurduğunun iyi olduğuna emin misin? Burak ayıp olmasın diye yiyordur belki…
Burak yaşıyor hâlâ… Yemek kötüyse idare etmez gibi geliyor.

BEKLEMEK BANA SEKSİ GELİYOR


Bir kadının en güzel yaşı kaç sence?
50.

Neden?
Bir kadının en seksi zamanı gibi geliyor bana.

Seksi kadın nasıl oluyor?
Zekanın, yaşanmışlığın oturduğu bir yaş. Şarap gibi… Beklemek bana seksi geliyor.

İyi bir evliliğin formülü ne sence?
Arkadaşlık ve bol bol seyahat.

İnsanı seyahatte tanıyorsun değil mi?
Aynen öyle. Burak'la seyahate çıktım. Bir çanta vergi memuru gibi devamlı aramızda. Doğum belgemden evlilik cüzdanımıza kadar bütün evraklar her yere bizimle geliyor. Seyahate çıkmasaydık ilişkimize giren o üçüncü çantayı tanımayacaktım. O adamın bu yönünü bilemeyecektim, o da içinde bastırdığı o çantayı çıkaramayacaktı.

Ne oldu peki şimdi?
Çanta küçüldü ama bizimle hâlâ. Çok tedarikçi, fazla otokontrol var Burak'ta. Allah’tan anılarımızı, eski sevgililerimizi koymuyor çantaya.

İNŞALLAH OĞLUM OLUR


Nasıl bir anne olur Gonca?
Eğlenceli bir anne olurum ama alınganlığımdan taviz vermem gibi geliyor. İnşallah oğlum olur.

Sürekli çocuğuna alınganlık yapan bir anne. Çok zor ya...
“Tamam ne yaparsan yap, artık bir şey demiyom” diyen annelerden olurum.

Neden erkek istiyorsun?
E alsın anasını, bi dışarı çıkarıp gezdirsin. Tam o anneyim.

Bir uyanıyorsun 60 yaşındasın, ne yaparsın?
Hemen Burak'ı kontrol ederim, 10 yaş büyük benden.

Yaşlanınca nasıl biri olursun?
Keyifli bir sohbetim olur. Bilgili, ukala kadın olmak beni ürkütüyor. Oraya doğru gidiyor gibi duruyorum çünkü. Okuyan, bilen insanın gerilimi vardır ya…

Haberin Devamı