Survivor mı evlilik mi? AŞK DOKTORU MEHMET COŞKUNDENİZ YAZDI... https://twitter.com/askdoktoru Gönlümüzde her daim apayrı bir yeri olan Barış Manço'nun oğlu Doğukan Manço şu sıralar Survivor All Star'da kıyasıya bir yarışma içinde. 3 yıl önce evlendiği eşi Tuba Manço geçenlerde “İnsanların zamanını boş yere çalan, saçmalar saçması bir program bu! O kadar üzülüyorum ki geldiğimiz şu duruma ülke olarak...” diye tweet atınca ortalık karıştı. Herkes Tuba Manço'nun bu tweeti, Survivor için attığını düşündü. Tuba Manço daha sonra attığı tweetlerle başka bir programdan söz ettiğini söyledi ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Peki insanları, böyle düşünmeye sevk eden şey neydi? İddiaya göre; Doğukan Manço ile eşinin arası bir süredir iyi değil. Tuba Manço'nun başka bir eve taşındığı söylentisi bile var. Şöyle bir arşivi taradım: Doğukan Manço 2014 Haziran'da sarışın, mini şortlu bir kızla Moda'daki evine girerken gazeteciler tarafından görülmüş. Epey haber yayınlanmış bu konuda. O dönem Tuba Hanım hiç konuşmamış bu konuda. Gerçi şimdi de konuşmuş değil. Ama aralarının bozulmasına bu kaçamağın neden olduğu söyleniyor. Şimdiye kadar susan Tuba Hanım'ın aniden patlayıp Survivor'ı hedef almasının sebebi neydi? Ben söyleyeyim. Doğukan Manço o kaçamaktan sonra büyük olasılıkla eşinden özür diledi ve iyileşme sürecine girdiler. Bu süreç devam ederken Acun Ilıcalı'dan gelen teklifi kabul etti Doğukan Manço. Evliliği nekahat devresindeyken eşini bırakıp Dominik'e gitti. Zaten olanı biteni çok zor kabullenen ve evliliğini doğrultabilmek için uğraş veren Tuba Hanım da tek başına kaldı. İşte programa öfkesi bundan kaynaklanıyor. İşin aslı, krize giren ilişkiler ya da evliliklerde sorunlar ancak birlikteyken aşılabilir. Taraflardan biri tam böyle bir dönemde diğerini yalnız bırakıyorsa ne yazık ki o ilişkinin ya da evliliğin kurtarılması mümkün olmuyor. Belki Doğukan Manço'ya çok para teklif edildi, belki ününü biraz daha artırmak için bu teklifi kabul etti, bilmiyorum. Ama hiçbir şey insanın sevdiği kişiden, ilişkisinden, evliliğinden değerli olmamalı. Oluyorsa, yazık ki artık bir ilişkiden ya da evlilikten söz edilemez. MASRAFLI BAYAN (!) Show TV'de Seda Sayan ile Uğur Aslan'ın sunduğu 'Evleneceksen Gel' programı yeni bir fenomen yarattı. çiğdem adlı bir kadın, kendisine talip olan koca adayının 2 bin 500 lira maaşı olduğunu öğrenince “Ben masraflı bir bayanım. Aksesuvarlarıma önem veririm. 2 bin 500 lira benim aracımın mazotuna yeter mi emin değilim” dedi. Şimdi; önce ayda 2 bin 500 liralık mazotla ne yapılır ona bir bakalım. Bugünkü fiyatlarla 2 bin 500 liraya 665 litre mazot, yani dizel yakıt alınıyor. Dizel araçlar, eğer devasa bir motor hacmi yoksa genellikle 100 kilometrede 4 ila 4.2 litre arasında yakıt harcıyor. Yani siz 665 litre mazotla ortalama 16 bin 250 kilometre yol yapabilirsiniz. Bu kadar yolu ancak taksiciler yapar. Bunun için de her gün yaklaşık 8 saat o aracı kullanıyor olmanız gerek. Dolayısıyla bu kadının “2 bin 500 lira benim mazotuma yetmez” söylemi doğru değil. Ama asıl problem bu değil. Bunları söylerken kadının kaşı gözü öyle oynuyordu ki; vücut diliyle karşısındaki erkeğe adeta “Sen bir zavallısın, eziksin, ne işin var benim karşımda?” der gibiydi. Hayrettin adlı erkek tüm bunlara rağmen hala “Bakarım ben sana”, “Tabii canım, gezeriz birlikte” deyip duruyordu. Oysa şunları demeliydi: Sen iyiyi, kötüyü, hüznü, sevinci, derdi, neşeyi, yani hayatı paylaşacağın bir eş mi arıyorsun yoksa bir sponsor mu? Madem 'masraflı bayan'sın, burada ne işin var senin? Zengin semtlerindeki mekanlara takılıp oradan birini bulmaya çalışsana... Evliliğinin temelini bu kadar maddiyata dayıyorsun ya, seçtiğin zengin adam bir gün iflas edip parasız kalınca onu hemen terk mi edeceksin? Kendine neden bayan diyorsun? Kadın olmaktan utanıyor musun? AŞK DEĞİL SENDROM İnsan kendisine kötü davranan, aşağılayan, ezen, hatta şiddet gösteren kişiyle birlikte olmayı neden sürdürür? çoğu kişi buna “çünkü aşık” yanıtını veriyor. Aslında değil. Bunun adı “Stockholm Sendromu”dur. Bilmeyenler için hatırlatayım: 1973'te Stockholm'de bir bankaya giren 3 soyguncu, 4 kişiyi rehin aldı. 6 gün sonra polis bankaya girdiğinde rehinelerin de soyguncularla birlikte direndiğini gördü. Rehineler, soyguncular aleyhine tanıklık etmeyi reddetti. Para toplayıp soygunculara avukat tuttular. Rehinelerden biri, soygunculardan biriyle daha sonra evlendi. Bu olaydan sonra psikolojide 'Stockholm Sendromu' deyimi kullanılmaya başlandı. 'Stockholm Sendromu'nda kurban, baskı gösteren kişinin kendisini öldürmesinden korkar. ölüm korkusu, kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban, kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder. En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman 'bir parmak bal' misali yaptığı iyilikler, kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban tek bağının, hayatındaki tek olumlu şeyin, baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür. Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Kurbanlar, bu duruma düştüklerinde bunu 'aşk' sanıyor. Karşısındaki insanın yaptığı tüm zorbalıkları, uyguladığı tüm baskıları “Beni sevdiği için yapıyor” diyerek hoşgörüyor. Sonuç, aşk sandığınız şey aslında sizi eriten, tüketen bir şey olabilir dikkat! YARGIDAN KURTULUR çARŞI'DAN KURTULAMAZ 17 Aralık operasyonu sırasında ortaya çıkan ses kasetlerine göre, bazı eski bakanlarla akçeli işlere girdiği anlaşılan Reza Zarrab, 1 milyon 104 bin lira ödeyerek Beşiktaş'ın yeni yapılan stadı Vodafone Arena'dan loca almış. Başkan Fikret Orman “Bu arkadaş para verip loca almış. Ne var bunda? Bu adam suçlu mudur? Eroin kaçakçısı mıdır?” diye soruyor ve “Ben gözlerinden Beşiktaşlı olduğu enerjisini aldım” diyor. Beşiktaşlı değilim ama çarşı'ya sempatim olduğunu her fırsatta söylerim. çarşı grubu üyelerinin darbeye teşebbüs iddiasıyla hala müebbet hapis istemiyle yargılandığını da hatırlatmak isterim. Şimdi bu çarşı, kendisini yargılayan anlayışın simgelerinden biri olan Reza Zarrab'ı o statta barındırır mı? Mesele kulübe para kazandırmaktır, anlıyorum. Ama her şey para değildir. Her yerde, her fırsatta 'Beşiktaşlılık duruşu'ndan bahsedeceksin, parasız kaldığında taraftarları 'feda'ya çağıracaksın, sonra da 1 milyon 104 bin liraya o locayı en olmadık kişiye satacaksın. Evet, Reza Zarrab o soruşturmalardan aklandı, yargı aşamasından kurtuldu. Ama çarşı'nın vicdanından nasıl kurtulur, onu bilmiyorum. Siz iyisi mi, o locanın camlarını siyah filmle kaplayın da içerisi görünmesin. Aksi takdirde yanlış tanımadıysam, çarşı grubu bütün maç sadece Reza Zarrab için tezahürat yapar.